Prof. Dr. Yakup CİVELEK

Prof. Dr. Yakup CİVELEK

Tahammülün Tükendiği Yer – Akademinin Aynası

(Bir polemik, bir sitem, biraz mizah, biraz hakikat)

Bugün biraz iç dökelim… Hem gülümseyelim hem de düşünelim.
Malum, memleketin en yüksek tahammül mertebesine ulaşmış olması beklenen kesim kimdir?
Akademisyenler.
Yani okumuş, yazmış, analiz etmiş, sabırla araştırmış, ömrünü bilgiye adamış insanlar.
Ama gelin görün ki, bazen bu bilgelik, sabır ve olgunluk hâli, WhatsApp gruplarının o meşhur “grup kuralları” arasında bir anda buharlaşıveriyor.

“Bilim insanı” mı, “grup yöneticisi” mi?

Adamın biri — pardon, akademisyen olan bir adam — kendi alanında bir “akademisyenler grubu” kurmuş.
Sözde iletişim, dayanışma, paylaşım amacıyla…
İlk gün herkes mutlu.
“Ne güzel, bilimsel bir ortam, duyurular yapılır, etkinliklerden haberimiz olur, belki gençlerle yaşlılar kaynaşır” diye umut dolu katılımlar…
Ama bizim kahraman, elinde sanal bir kılıçla bekliyor.
Kılıç deyince öyle mecaz sanmayın, gerçekten keskin bir “banlama” refleksi var.
Grubun her paylaşımını denetleyen, her cümlede yanlış bulan, her gönderide “bu gruba uygun değil” diye ayar veren bir “grup disiplini müfettişi.”

Grupta o alanın emektarı bir hoca, zaman zaman paylaşım yapmakta ve gruptaki arkadaşların bunlardan istifade etmesini düşünmekte. Bu yaşlı akademisyen yönetici ile paylaşımlar, uyarı ve ayarla konusunda hem grupta hemde özelde konuda yazılmalar yapmış
En son yaşlı adam bir duyuru paylaşmış. Uluslararası bir sempozyum…
Yani alanla ilgili, faydalı bir şey.
Ama ne mümkün!
önceki ayarlarda olduğu gibi “Bu paylaşım grup ilkelerine aykırıdır.” şeklinde bir uyarı gelmeden
hop!
Yaşlı akademsiyen, sanki suçüstü yakalanmış gibi, “kulağından tutulup” gruptan çıkarılmış.

Sonra?
Sessizlik.
Bir süre sonra herkesin iç sesi aynı şeyi fısıldıyor:
“Bu kadar mı tahammülsüz olduk biz?”

Gruptan çıkarılmış akademisyen üzülmüş, kızmamış, kin ve nefret duymamış
Çıkarıldığına mı üzülmüş?


Tabi ki Asla ve Kat’a. Zira onun whatabında 17250 kişi ve 322 grup olduğu için whatsapp ı ve telefonu sağlıklı çalışmazmış. Gruptan çıkarıldığına değil yaşananlara ve bu tahammülsüzlüğe üzülmüş,
Böyle değildik, neden böyle olduk diye kederlenmiş, tasalanmış.
Bu hadiseyi öğrenen benim gibi aklı evveller de bu durumu yazalım da, bundan sonra böyle olaylar yaşanmasın diye düşünmüş ve okuduğunuz satırları yazmış

Sorunun kökü: Tahammül yorgunluğu

Bu olay, belki küçük bir mizah hikâyesi gibi görünebilir ama aslında insanlığın evrensel bir yarasına dokunuyor: tahammül yorgunluğu.
Kardeşin kardeşe, dostun dosta, öğrencinin hocasına, hocanın meslektaşına tahammül edememesi…
Farklı düşünceye, farklı tavra, farklı tarzda konuşana sabır gösteremememiz…
Bu, sadece akademinin değil, tüm insanlığın geçirdiği bir kalp daralmasıdır.

Bugün birçok insanın içinde, farkında olmadan bir “mini diktatör” yaşıyor.
Her şeyin en doğrusunu bildiğini sanan, farklı düşünceye tahammül edemeyen, otoritesini kabul ettirmek isteyen bir “ben”.
Ünvanla, bilgiyle, yaşla veya tecrübeyle bastırılamayan bir ego mikrobu
Üstelik bu mikrop, doktorasını tamamlamış, makalelerini yayınlamış, h-index’i yüksek kişilerde de gayet sağlıklı yaşıyor.

Oysa ilim adamı olmanın bir adabı vardı…

Eskiden hoca dedi mi, sesi yumuşaktı.
Uyarırdı ama kırmadan.
Küserdi ama dua ederek.
Kızardı ama kalp kırmazdı.
Şimdi?
Kelimelerimiz sert, yüzümüz asık, parmaklarımız klavyede hızlı, gönlümüzse yavaş.

Bir bilge demişti:

“İlim, sahibini büyütmezse, onun kibirini büyütür.”

Bugün bilgi çoğaldı ama irfan azaldı.
Birbirimize tahammül edemememiz, aslında ilmin değil, hikmetin eksikliğinden doğuyor.
Tahammül, sadece sabır değil; insana, onun zaaflarına, unutkanlıklarına, kusurlarına yer bırakabilmektir.
Bu yer, insanın içinde bir merhamet alanıdır.
O alan kurudu mu, en parlak akademisyen bile bir “klavye muhafızı”na dönüşür.

Peki çözüm ne?

Evet, akademi rekabet ister; bilim, eleştiriyle ilerler.
Ama eleştiri, tahammülsüzlükle karıştırıldığında, bilgi değil gürültü üretir.
O yüzden ilk adım, şunu hatırlamak olmalı:
“Bilmek, haklı çıkmak için değil; anlamak için vardır.”

Her akademisyen, her insan aslında aynı gemide.
Genç, yaşlı; profesör, doktor, öğrenci fark etmez.
Birbirimize tahammül etmediğimizde, bilgi gemisi su alır.
O yüzden akademinin en az yayın etiği kadar, tahammül etiği de olmalı.
Bir paylaşım bizi rahatsız ettiğinde önce “neden” diye sormalı, hemen “kim attı bu?” refleksiyle davranmamalıyız.

Bir hoca unutmuş, bir duyuru paylaşmış olabilir.
Bir genç, haddini aşmış gibi görünse de aslında heyecanlanmıştır.
Bir profesör, eski usulde konuşuyor olabilir ama niyeti kötü değildir.
Tahammül, işte tam bu noktada devreye girmelidir:
Haklı olduğunda bile anlayış gösterebilmek.

Son söz: Hepimiz aynı sınıfta oturuyoruz

Belki yaşlı hocayı gruptan atan o akademisyen, ileride kendisi de bir gün başka bir grubun kapısından içeri alınmaz.
Zaman, hepimize aynı dersi verir:
Tahammül etmeyi öğrenmeyen, yalnız kalır.

O yüzden dostlar, ister akademisyen olun ister sokaktaki sade bir vatandaş…
Biraz yavaşlayalım.
Birbirimizi “düzeltmek” yerine, bazen sadece “dinleyelim.”
Birinin yanlışını bulmak kolaydır, doğrusunu desteklemek zordur.
Ama gerçek büyüklük, yanlışını bile sevgiyle görebilmektir.

Akademi, sadece bilgiyle değil, hoşgörüyle yücelir.
İnsan, sadece düşündükleriyle değil, dayanabildikleriyle olgunlaşır.
Ve topluluklar, sadece kurallarla değil, gönül terbiyesiyle ayakta kalır.

Son cümle:
Nerede ve hangi konumda olursa olalım, oradakileri hoş görelim, müsamahalı olalım,
Sabredelim, Kızmayalım, Kızdırmayalım
Ötelemeyelim, itelemeyelim, Uzaklaştırmayalım, Kaçırmayalım

Sevdirelim, nefret ettirmeyelim
Kolaylaştıralım, zorlaştırmayalım!
Müjdeleyelim, nefret ettirmeyelim...
İnsan olalım, mümin olalım, kul olalım..

İnsan olursak o zaman, gerçekten “bilim insanı” da oluruz.
Vesselam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum