BDP'nin açmazı

Bizde bazılarının nedense unuttuğu bir gerçeği yeniden hatırlatalım: Demokrasilerde partiler temsil esası üzerine oturur. Kimi bir çıkar grubunu, kimi bir toplumsal katmanı, bir bölgeyi, bir grubu temsil eder, kimi de bir ideolojiyi, bir eğilimi; hiçbir parti, temsil ettiği kesimin/grubun çıkarından, yansıttığı ideoloji veya fikirden daha önemli değildir.

Temsil görevini yerine getiremeyen, ya da kendisini temsil ettiklerinden daha önemli gören kadroları, politik hayat, bir süre sonra tasfiye ediyor. Demokrasimizin partiler mezarlığı olmasının bir sebebi askeri darbeler ise, bir diğer sebebi de bu gerçeğin farkında olmayan politikacılardır.

Halkoylamasına gidilen günümüz ortamında, BDP'nin izlediği çizgi, lider kadrosunun bu gerçeğin farkında olmadığının işaretleriyle dolu.

Ülkemiz politik hayatında 'temsil' özelliğine en fazla sahip partilerden biridir, 20 yıl içerisinde birbiri ardına kapatılmış bir dizi partinin mirasçısı olan BDP... Bu çizgiden politikacıların bazısı uzun yıllarını cezaevlerinde geçirdiler; bazısı halen yurtdışında zorunlu ikamet ediyor. Başlarına gelenler, temsil ettikleri toplum katmanlarının başına gelenlerin ve bölgede yaşananların bir yansımasıdır.

Ancak BDP bugün hem toplumsal tabanına, hem de politik geçmişine ters düşen bir tavır içerisinde. Bu tersliği yakın veya orta vadede 'yarara' dönüştürebilecekleri bir zemin de yok; uzun vadede ise tamamen aleyhlerine işleyecek bir politik çizgi izliyorlar.

Şimdiki tavra ve izledikleri politikaya hangi akıl yürütmeler sonucunda geldiklerini tahmin etmek zor değil: Halkoylamasında 'Evet' de dese, 'Hayır' da dese çıkar sağlayamayacak bir durumdalar; 'boykot' en az zararlı seçenek görünüyordu, ondan yana tavır aldılar. 12 Eylül günü sandık başına gidenlerin tercihi ne olursa olsun, sonuçta 'Evet' oyları da önde gitse, 'Hayır'lar da baskın gelse, BDP'nin bundan bir çıkarı olmayacak. Hatta 'boykot' çağrılarına bölgede uyulsa da kaybedecekler, uyulmasa da...

Mevcut tablodan BDP'ye herhangi bir yararlı sonuç çıkması mümkün görünmüyor.

Anayasa değişiklikleri Meclis'te görüşülürken takındıkları tavır yanlıştı çünkü. Değişikliklere karşı çıkmak yerine içeriği ve kapsamı üzerinde belirleyici olmaya çalışsalar, ya da CHP ve MHP'nin yolunu izlemeyip çıkarlarına uyan maddeleri desteklerken diğerlerine muhalefet etme sorumluluğunu gösterselerdi, halkoylamasında aldıkları tavrın bir anlamı olabilirdi.

Gözlerini yanlış noktaya dikmelerinin, dünyanın gittiği yönle birlikte hareket etmek yerine akıntıya kürek çekmelerinin sonucuna katlanmak zorundalar.

Temsil ettikleri iddiasında oldukları bölge ve toplum katmanlarıyla ara açan bir sürecin parçası olmak yıpratıcıdır. Daha önce savunageldiklerinin tersini şimdilerde savunmak çelişkisi sinir törpüsüdür. Bütün seçeneklerin aleyhine çalıştığı bir tabloyu kendi eliyle oluşturan bir politik kadro temsil hakkını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

BDP'nin açmazı budur işte.

Diyarbakır'da 'boykot' çağrısının tuttuğunu ve halkın büyük bölümünün sandıktan uzak durduğunu varsayalım. Hatta daha da ileri giderek bunun halkoylaması sonucunu 'Hayır'dan yana etkilediğini düşünelim. Neyi ispat etmiş olacak bununla BDP? Gücünü mü, yoksa varolan gücünü yanlış kullandığını mı?

Galiba ikincisini; yani varolan gücünü yanlış kullandığını...

Henüz vakit geçmiş değil. BDP liderliği gözlerini ve kulaklarını iyi açar, kendilerinden beklenenin ne olduğunu doğru değerlendirirlerse, içerideki ve dışarıdaki dostlarıyla aralarını ebediyyen açabilecek bir yanlışlığa düşmekten kendilerini alakoyabilirler.

Aksi halde?

Bu sorunun cevabı için politika tarihimizde yeterince örnek var.

Önceki ve Sonraki Yazılar