Regaib ALBAYRAK

Regaib ALBAYRAK

BİZ VE ONLAR (1)

    ''Siyaset''in kelime anlamına bakıldığında, Arapça'da 'seyis' yani at terbiyecisi ile aynı kökten geldiği görülecektir. Siyasette bir bakıma insan terbiye etme, insanı iyi bir biçimde yönetme sanatıdır. Eski toplumlarda siyaset, kralın veya diğer liderlerin tekelinde bulunmaktaydı. İnsanlar yönetenleri iyi ise rahat bir yaşam sürer, kötü, acımasız, gaddar bir yönetici ise çilesi çekilmez bir hayat ortaya çıkardı. Çünkü her yöneten yönetim biçimini kendisi belirler veya bir öncekinin yöntemini devam ettirirdi. Kendi eliylede yazdığından dolayı yakın çevresini, yüksek zümreleri, zengin kesimleri göz etmek durumunda olurdu. Yani yöntem, hükümdar tarafından elle yazılmaktaydı...

   İslamiyet kendi hükümlerini getirerek, siyaseti terbiye etmek, ve halkını yöneticisinin koyduğu kurallar içinden çekip çıkarmakla, ayrıca her insanın eşit haklara sahip olduğunu tebliğ etmekle yükümlüydü. İslamiyet geldi ve merhameti yönetenin elinden alıp Hakka yükseltti. İnanan her kesim Hak önünde eşitti. Yönetenlerde en nihayetinde insan olduğundan kendi kurallarını yaparken belirli kesimleri göz önünde bulundurur, buda insanları isyana, devlete karşı ayaklanmaya kadar sürüklerdi. Tarih bu acı gerçeklerle dolup taşmıştır. Ancak kurallar ilahi bir kaynaktan gelmişse doğru okunup, uygulandığı takdirde adaletin, barışın ve hoşgörünün tesisi sağlanır. Çünkü kurallar insan yazması değil, ilahi bir armağandır. İnanan her insan eşit hakka sahiptir. Yöneten ve yönetilen yalnız bunları uygulamakla yükümlüdür ve yönetenin yönetilenden hiçbir ayrıcalığı, üstünlüğü yoktur. Üstünlük Allah katında yalnız Takva'dadır.
  
    Osmanlı devleti bu ilahi kaynaktan gelen kuralları doğru okuyup, uygulayarak altı asırlık gibi çok uzun bir süre boyunca, hakimiyeti altında ki onca milleti; dil, din, ırk, renk ayrılığı gözetmeksizin eşit bir biçimde yöneterek, uzun yıllar boyunca onları hakimiyeti altında tutabilmiştir. Bu adaletli yönetim sistemi sayesinde gayrimüslimlerin, Devlet-i Aliye'ye bağlılığı artmış ve kendilerini mensup oldukları ırkın ismiyle değilde, 'Osmanlı' diye nitelendirmişlerdi. Adaletin en büyük örneği olarak söylenmesi gereken bir hadisede Fatih Sultan Mehmed Han ile Rum bir vatandaş arasında geçen, ve kadıya kadar taşınıp Fatih'in suçlu bulunması ile sonuçlanan olaydır. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur bu olayı. Herkesin bildiği, bilmesi gerektiği ve devlet yönetenin Allah katında bir vatandaştan hiçbir farkının olmadığını gösteren bir hadisedir.

   Osmanlı toplumunda, bu denli hoşgörü ve adaletli bir sistem ile devlet yönetilirken, batı toplumları birbirleri arasında ki mezhep çatışmaları ile kendi kendilerini yemiş fakat bitirememişlerdir... Bu karışıklıkları yüzünden Osmanlıdan her konuda geri kalmış fakat hiçbir zaman aşağılık duygusuna kapılmamış, ve kendi benliklerinden vazgeçip Osmanlılaşmamışlardır... Hedefledikleri yalnız doğunun ilmi ve zenginliği olmuştur. Batı kendi arasındaki sorunları halledip, her alanda Osmanlı ile yarışacak hale gelmiş ve hatta onu bir hayli geride bırakarak duraklamasına, gerilemesinde ve hatta dağılmasına neden olmuştur. Batının gerisinde oldukları düşüncesi ile kafalarını sokacak bir toprak arayan aydınlarımız, çareyi batılılaşmakta daha doğrusu başkalaşmakta buldular. Onlar gibi olursak bu işin üstesinden gelebileceğimizi düşündüler. Ve onlar gibi olma çalışmalarını başlattılar. Batı Osmanlının ilmini, irfanını alırken kendi benliğini korudu ve hiçbir zaman, bizler gibi olmaya çalışmadı. Ancak durum bizde birazcık daha farklıydı. Biz, batının ilmini ve irfanını almak için kapısını çaldığımız sırada, bunlarla beraber, yanında küçük birde hediye sundular, kelimelerini...
    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum