Özcan GÜNGÖR

Özcan GÜNGÖR

Camilerin Fonksiyonları ve Sivil İtaatsizlik

Bir kaç haftadır BDP’nin Güneydoğu’da adına sivil itaatsizlik dediği bazı eylemleri görülmektedir. Üçüncü kişilerin haklarını çiğneme olmaksızın yapılan kimi eylemler barışçıl oldukları müddetçe demokratik anlayış içerisinde görülebilir. Ancak son örnekte Cuma namazlarını da bu eylemlere dahil etmeleri meselenin arkasındaki niyeti sorgulamamız gerektiğini bize ihtar ediyor. Toplumumuzun bütünlüğünü bozmaya dönük bu harekete basınımızın ve Diyanet’in bir kaç satırlık sönük açıklamasının yeterli olmamasının yanında, bölgenin kanaat önderlerinin de sessiz kalması çok manidardır.

Ancak hafta sonu yapılan Şanlı Urfa ve Diyarbakır kutlu doğum törenlerine halkın müthiş katılımı, bizler için sessiz yığınların sesi olmuş ve de toplumsal bütünlüğümüzde dinin rolü ve önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Bu eylemin İslam fıkhında meşru karşılığını bulmak da pek mümkün görünmemektedir. Zira meşru görülen bir yönetimin uyguladığı bir kanuna farklı yorumlara dayalı olarak itiraz edilebilir, ancak düzen bozucu ve kanuna karşı gelişin hukuki bir karşılığı vardır.  

Camilerin bu birleştirici özelliklerini korumaları için temel bazı fonksiyonlarına dikkat çekmekte fayda vardır.

-Camiler hiç bir siyasi grubun menfaatine hizmet eden yapılar olmamalıdır. Bugün BDP’nin iddialarından olan devletin imamlar eliyle halkı asimile için camileri kullandığı şeklindedir. Ancak bölgede görev yapan imamların bir çoğu aynı bölgenin insanlarıdır. Üstelik bu iddianın somut bir delili de yoktur. Bölgeye gönderildiği iddia edilen binlerce vaiz acaba nerede görev yapıyorlar da ortalıklara çıkmıyorlar. Kalmış ki Türkler nasıl ki dinlerini öğrenmede etnik ayrım yapmadan bir çok kürt kökenli olarak bilinen insanlardan dinlerini öğreniyorlarsa, gayet tabii kardeşlik içinde Kürt kardeşlerimizin de dinini öğrenmek için gerçek ilim adamlarına ihtiyaçları olabilmektedir.  

-Camilerde yapılan vaaz ve irşat faaliyetlerinin her hangi bir gurup veya tarikatın bakış açısıyla olması kardeşliği zedeleyici olacaktır. Bu grup ister siyasi, ister ideolojik isterse dini olsun. Oralardaki faaliyetler mutlaka müslümanların ortak inanç, ihtiyaç ve değerlerine yönelik olmalıdır. Aksi durumlarda bir grubun hegomanyası söz konusu olur ve fitneye sebebiyet verir. Peki bölgede böyle bir sorun var mı ? Elbette yoktur. Sorun sadece; dine karşı olan bir ideolojik yapının, dinden fitne çıkarmaya, müslümanların sosyal barışı ve kalplerindeki yumuşamayı yok etmeye dönük bölgede yıkmak istediği ayakta kalan tek manevi dinamik olan dinin gerçekliğidir.

Bu olayda en acı olan yönlerden biri de PKK içinde 2006'da yapılan ve Zerdüşt'ün en beğenilen lider çıktığı anket tekrarlansa hemen hemen aynı sonucun çıkacağı belli bir hareketin, üstelik de geçtiğimiz yıllarda Ramazan'da kahvaltılı toplantı yapan parti yöneticilerinin eliyle dini bir hareket organize edilmeye çalışılmasıdır. Bu insanların 'Cuma eylemi'ne sadece seyirci olarak iştirak etmeleri gösteriyor ki namaz onların çok umurunda değil. Bu insanlar masum bölge halkının duygularına, hislerine, inançlarına, değerlerine ve ızdıraplarına tercüman olacak insanlar değillerdir.

-Bu adamların ellerine fırsat geçse ilk yapacakları daha önce başka yerlerde denendiği gibi toplumun dine olan ihtiyaç ve ilgisini yok etme çabası olacaktır. Bunu görmemek basiretsizliğin de ötesinde bir durumdur. Hakikaten bu adamların niyeti Kürtlerin dinini öğrenmesi mi ?

Abdulhamit’in Arnavutlara arnavutça hutbe okutulmasına dini değil siyasi anlamları itibariyle müsaade etmemesine rağmen; Diyanet İşleri Başkanlığı 4 ay önce hutbenin arasında Kürtçe metin okunabileceğini tamim etti ve bu sorun kökünden halloldu. Anma töreni olan mevlit de Kürtçe icra ediliyor ve  devlet televizyonu da canlı yayınlıyor. Diyanet İşleri Başkanı da Kürtçe mevlit okuyor ve anlayanlara ders verir şekilde 'Batevi, adeta Süleyman Çelebi ile manevi dünyada buluşmuştur. Hakkari'nin bir köyünde dünyaya gelmiş ama Süleyman Çelebi ile yarışırcasına Muhammed Mustafa'ya aşkını ve sevdasını ifade ediyor'' demek suretiyle bu gönül ve kültür birlikteliğini anlamak istemeyenlere sağlam temelleri bir kez daha hatırlatıyor. Mesele ne o zaman?

-Türkiye’de camiler her ne kadar resmi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak hizmetler ifa etseler de esasen halkın malıdır. Çünkü camilerin yapımı, bakımı ve imamların lojman imkanları halk tarafından karşılanmakta ve halkın bütün kesimlerinin açık bir şekilde bir araya geldikleri tek mekan camilerdir. Sosyolojik olarak farklı kültür ve geleneksel uygulamalar olsa da Müslümanım diyen herkesin bir de ümmet anlayışı olması gerekmektedir; ümmetin fiziki vucudu ancak camilerde gerçekleşir. Bu yüzden amaç ne olursa olsun, birarada bulunduğumuz camiyi siyasi farklılıklara göre bölmek islam’a ihanet etmek demektir. Veya başka bir tabirle din ve dince mukaddes bilinen hususların siyasi çıkarlara, gündelik politikalara alet edilmesi asla kabul edilemez.  

Aslında biz İnananların birliği ve dirliğini biri siyasi ve maddi; diğeri de fitne çıkarmak ve kalplerin birliğini bozmak için çıkarılan iki ayrı mescid olayından hatırlıyoruz.

Ebrehe Kabe’ye olan insane akımını önlemek için, büyük ve görkemli bir kilise yaptırmış, içini de altın ve gümüşle süslemiştir. Döneminin en büyük mimari eseri olan bu camiye ise bazıları ziyarete gelse de yapılan bütün masraflar boşa çıkmış ve Allah’ın evine alternatif yapı taraftar bulamamıştır. O da kızgınlıkla Allah’ın evine saldırmış ve kuşların marifetiyle dersini almıştır.

Yani Allah’ın evinin çekiciliğine karşı dünyevi şaşa ve saltanat işe yaramamıştır. Gönüller yine orada çoşmuş ve dünyanın bütün bölgelerinden insanlar rahatça ibadetlerine devam etmişlerdir. Camiler Allah’ın evi Kabe’nin birer şubesidirler, oraya yöneltilecek düşmanca tavırların bir karşılığı mutlaka olacaktır.

İkinci örnek daha ilginçtir. Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde münâfıklardan bir heyet gelerek: "Ey Allah'ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız" dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.

Fakat Hz. Peygamber (s.a.s), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde sözkonusu mescitin zarar verme (dırâr) inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu amaçlarını gizlemek için "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilmektedir. (et-Tevbe, 9/107-110.

Allah Rasulu bu camiye fitneye sebebiyet vereceği bilgisiyle fırsat vermemiştir. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları için İslam'ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Bu düşüncelerle ifade etmeliyiz ki; insanımız, Müslümanları Allah’ın dini ile aldatmaya cüret edenlerin cehalet ve çaresizlikleri karşısında, dini sadece ve sadece Allah’a hasretmenin değer ve faziletini yüzyılları aşan bir tecrübe, birikim ve engin sağduyusuyla geleceğe taşıyacaktır”.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.