Ramazan KERPETEN

Ramazan KERPETEN

‘DENİZ’İN ‘YAŞ’ İŞLERİNDEN…

HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) ve YAŞ’ta (Yüksek Askeri Şura) yaşanan yargı denetimi dışılık, başta bundan mağdur olanların eleştirileriyle birlikte gündem konusu olmuştu. Yeni bir –sivil- anayasa hazırlığı içinde olunan şu günlerde, bu iki kurumun verdiği kararların yargı denetimine tabi tutulmasının da gündeme alınması çok sevindirici, kayda değer bir gelişme.

Bunun gerekliliği, bu kararlardan mağdur olanların anlattıklarıyla çok daha net anlaşılacaktır. Buna vurgu için ‘YAŞ İŞLER BUNLAR’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve mağduriyeti olanların, anılarını paylaşmaları çağrısı yapmıştık. Şu ana kadar sayısı 1600’ü aşmış olan YAŞ mağdurlarından çağrıya cevap gecikmedi, samimane çağrımıza kulak verenler maillerini bizimle paylaştılar, bizler de okuyucularımızla…

İlk olarak KANADA’YA UZANAN BİR YAŞ HİKÂYESİ başlıklı yazımızla bir yüzbaşımızın ve ailesinin iç burkan hikâyesini aktarmıştık. Aslında o hikâyede, işinden- mesleğinden edilmiş bir subayın mağduriyetinin yanında, acılara itilen çocuklarının ve eşinin öyküleri ki çok daha trajedikti! Nitekim zaten o subay eşinin başörtüsü için mesleğinden edilmişti, peki hedefteki kadınının, başörtülü eşin psikolojisi, yaşadıkları..? Neler yaşadığına kısmen de olsa vakıf olmuştuk, sonraki attığı maillerden ve belgelerden… Eğer o meçhul subayımız onların da yayınlanmasına müsaade ederse, onları bu köşede paylaşmayı çok isteriz şahsen! Hadisenin bir de naif tarafının insanlarımız tarafından daha iyi fehmedilmesi açısından…

Nitekim bu yazımız sonrasında bu mağdur subayımızın hikâyesini okuyup onun acısını paylaşan ve destek veren nice insanlarımız oldu. Gönderdikleri maillerle insanlarımız, o mağdur insanları bağırlarına bastıklarını gösteriyorlardı. Bunlardan birisini burada aktarmak istiyorum, Veteriner Hekim olduğunu ve isminin Ali TAŞKIRAN olduğunu yazan okuyucumuz aynen şunları kaydediyordu:

 

“… Kanada’daki YAŞ mağduru (şuan arkadaşları albay olan) ama kendisi milletimizin gözünde en büyük paşalardan olan arkadaşımızın yazısını okudum.

Ben YAŞ mağduru değilim, ordu ile de uzaktan yakından organik bir bağım yoktur. Ben bir vatandaş olarak her sene YAŞ kararı ile ordudan ayrılan askerlerimizin yerinde hep kendimi hayal ederdim.

Genelde hep aynı tip sebeplerden dolayı uzaklaştırıldıkları için, onları uzaklaştıranlara çok kızar, ayrılanlarında aslında ne büyük kahramanlar olduklarını düşünürdüm.

 Evet, ben YAŞ mağduru değilim ama mağdur edilen tüm askerlerimize diyebilirim ki sizler, bu milletin en asil, en esas evlatlarısınız ve bu millet sizleri gerçekten çok seviyor. Şunu çok iyi bilin ki; bu milletin kalbinde çok ciddi yeriniz var. Sizleri çok seviyoruz ve hem bu dünyada hem ahirette mahrum olduğunuz hakları fazlasıyla alacaksınız, hem de bu hakları size çok görenlerden…

 Umarım hükümet bu konuya el atar ve ordumuzun hukuka bağlı kalması yoluyla ve kaybettiği insan kaynaklarını kazanması vesilesi ile ordumuzun kalitesi artar.”

***

 

Evet, mağdurların acısını paylaşanların yanında, kendi mağduriyetlerini bize aktaranlar da oldu. Bunlardan birisi de, Deniz Kuvvetleri’nden atılan onurlu bir askerimize ait… Hani son dönemlerde ‘Eylem Planları’yla, ‘Darbe Günlükleri’yle anılan, üst üste intihar haberleriyle sarsılan askerî kanadımız… Mektubu Trakya’dan gönderen okuyucumuz, mektubunun girişine de şu açıklamayı eklemiş:

“Size, ilginizi çekecek bir YAŞ hikâyesi arz ediyorum. Tabi ki uzun yıllar geçti. TSK'dan ilişiğim kesildiğinde, büyük bir şokla beraber aynı zamanda tevekkülle şöyle dua etmiştim: “Ya Rabbi, bundan sonraki yaşamımda da senden hayırlısını dilerim. Bize bu zulmü ve adaletsizliği reva görenler başarılı olamasınlar ve huzur bulmasınlar!” Daha sonraki yıllarda bu duamın olumsuz kısmından dolayı tövbe ettim. Zira emekli olduğum ve 18 yıl görev yaptığım Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı son 12 yılda hiç huzur bulamadı. Son 2 yıldır da Yaşanan trajik kazalar, suikast gibi silah kazaları Poyraz Köy cephaneliği, Kafes Eylem Planı, Amirallere Suikast Planı ile hep gündemde olmuştur.”

Daha sonra okuyucumuz, TSK’dan ayrıldıktan 3 yıl sonra kaleme aldığı “İMAM HATİPLİ DENİZCİ BİR YAŞ’ZEDE” başlıklı yazısını aynen bize aktarmış. Acının tazeliğini koruduğu o günlerde derinlemesine ve detaylı olarak yazılmış yazıyı burada özetleyerek vermek istiyoruz.

Trakya’nın yoksul bir köyünde doğan ‘Yaşzede’ okuyucumuz, İmam Hatip Lisesi’ne girmiş ve 1976 yılında buradan mezun olmuş. Hep asker olmak istiyormuş, üniversite sınavında İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazansa da, aynı dönem kazandığı Deniz Astsubay sınıf okulunu tercih etmiş. Daha sonrasını, kendi kaleminden dinleyelim:

 

         “45 gün sonra Yassı Ada’dan, Gölcük Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezi’ndeki esas okulumuza geldik. Burası Deniz Kuvvetleri’nin ana üssü idi. 1977 yılındaki mezuniyet ve yemin töreninden sonra Ağustos ayında TCG Muavenet Destroyerine Topçu Astsubay olarak atandım. Burada 6 ay staj 1 yıl da görev yaptım. Yıllar sonra, ziyaret ettiğim USS SARATOGA uçak gemisinden atılan 2 füze ile vurulduğumu duyduğumda çok yakın bir büyüğümüzü kaybetmiş gibi hüzünlendim.

         1978-1979 yıllarında da TCG Yıldırım hücum botunda görev yaptım. Mesleğimin ve gençliğimin en rahat heyecanlı günlerim burada geçti. Fakat aynı gemiyi yıllar sonra kurtarmacı dalgıç olduğumda, Dikili açıklarında 30 m. derinde yanmış ve batmış olarak gördüğümde şok oldum. Cenazesini çıkarıp Foça Limanı’na bırakarak vedalaştık.

         1980 yılında sporculuğumun faydasını gördüm ve çeşitli testlerden geçtikten sonra Kurtarma Sualtı Komutanlığı’nda 1. sınıf dalgıç kursuna katılmaya hak kazandım.

         1980 yazı heyecanlı ve bol sporla dolu 1. sınıf Dalgıç kursu ile dolu dolu geçerken 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Kursa ara verildi. Bizden 4 kişi Boğaz Komutanlığı İstanbul’a atandık. 1981 yılında kursumuz tekrar kaldığı yerden devam etti ve aynı yıl biz 1. sınıf ihtisaslı birer Kurtarmacı Dalgıç Astsubay olarak Donanmanın Kurtarma Birliği’ne katıldık. 1982 yılı idi. 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeni ile Aksaray Orduevi’ndeki kokteyle 2 arkadaş tesettürlü eşlerimizle birlikte görevli gittik ve de hiçbir problemle karşılaşmadık. (O zaman bugünkü gibi bir durumu da düşünemiyorduk.)

         1981 Haziranında atandığım TCG IŞIN Kurtarma gemisinden 6 yıl 2 ay 5 gün sonra karaya, Kurtarma Grup Komutanlığı Beykoz’a tayin oldum. Amerika Seyahati dâhil, Türkiye’nin limanlarının % 90’ını gezdiğim IŞIN gemisi görevim de böylece sona ermişti.

         Yeni görevim hem çok saygın ve de o kadar sorumlu ve zor olan Bölük Astsubaylığı idi. Bu görevi de 1988-1989 yılları arasında şerefle bitirdim.

         1989 yılında her kurtarmacının ve sualtıcının gururla ve istekle görev yapmak isteyeceği daha önce benim de mezun olduğum Sualtı Eğitim Grup Komutanlığına dalış öğretmeni olarak atandım. Bu benim için gelebileceğim en onurlu ve yüksek görev idi. Bunu da disiplinli ve fedakârca çalışmalarıma ve TCG IŞIN’da beraber çalıştığımız kurtarmacı bir yüzbaşıya borçluyum. Burada subay, astsubay, üniversite ve harp okulu öğrencileri ve erler olmak üzere 8 yılda 1000 civarında öğrenciye istekle gayretle sualtıcılığı, kurbağa adamlığı öğrettim. Görev yaptığım süre içinde hiçbir öğrencimin burnu kanamadı. Hâlbuki benden önce ve sonra birkaç kursiyerin eğitim sırasında kaybolduğunu ve öldüğünü biliyordum.

1995 yılından sonra birliklerde etrafımızda kara bulutlar gezmeye başladı. Karargâh ve birliklerde bir fitnedir hissedilir oldu. Can dostlar birbirinden şüphelenir oldu. Oysa biz senelerdir ciğerine kadar birbirine tanıyan, güvenen insanlardık!

Sonraları bazı arkadaşlar örtülü eşlerin başlarını açtılar. Cuma namazlarına zor gider olduk. Soyunma dolaplarımız ve hareketlerimiz izlenir oldu. Fakat hâlâ eğitimci olarak görev yapıyordum!

1996 geldiğinde iyice tedirgin olmaya başladık. Gelişen sosyopolitik olaylar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı idari kademesini de etkilemiş, yoğun idari değişiklikler görülmüş, özellikle de sicil yönetmeliği değişmişti.

1997 yılı başlarında bir gece nöbetimde salonda akşam televizyon izliyorduk. Haberlerde İSKİ’den bahsediyordu. Her zaman görüştüğümüz ve spor yaptığımız, sonradan gerçek encamını öğrendiğimiz, SAS Kökenli ve Komutanlıkta Harekât İstihbarat Şube Amiri olan bir Binbaşı İSKİ aleyhinde çirkin ve küfürlü konuşmaya başladı. Ben de usulü dairesinde bu olumsuz isnatların o gün için yanlış bir tespit olduğunu söyleyerek müdahale ettim. Gerçekten söylediği şeyler hem gerçeklere aykırı hem de usul ve ifade olarak şerefli olması gereken bir Türk subayına hiç yakışmıyordu. Beni, bir partinin militanlığı ile suçladı. Ben ise bütün iddialarını reddettim. Sonradan öğrendim ki aleyhimde “Belediye Başkanı’nı övüyor ve propaganda yapıyor” diye rapor yazmış.

Neticede 1997 Mayıs Olağanüstü Askeri Şurası’nda 160 değerli askerle birlikte benim de (disiplinsizlik ve ahlakî nedenlerle) T.SK.’dan ilişiğimiz kesildi.

Özellikle son 8 yıl (1989-1997) eğitimci olarak gurur ve gayretle görev yaptım. Eğitim Grup Komutanlığı’nın birbirinden değerli pırıl pırıl imanlı personeli ile yıllarca omuz omuza, canımızı birbirimize emanet ederek çalıştık. Onur duyuyorum. Hiçbir olumsuzluk ile karşılaşmadım. Soruşturma ve ceza görmedim. 2 dönemde Deniz Harp Okulunda K/A kursu hocalığı yaptım. Tüm eğitimci arkadaşlarımı, hocalarımı ve öğrencilerimi saygı ve sevgi ile anıyorum!

Ayrılış emri geldiğinde birçok ‘YAŞ’ZEDE gibi ben de görevde, hem de kurs sorumlusu olarak derin su dalışında idim. Hemen “Vatan sağ olsun” dedim ve görev ve sorumluluğu arkadaşlarıma teslim ettim.

Deniz Kuvvetleri topçu sınıfında bir deyiş vardır. “Namlular suya gömülene kadar atış”. Ben de öyle yaptım ve esas mülk sahibi olan milletimin bağrına geri döndüm…

1997 Haziranında YAŞ kararıyla emekli olduktan sonra köyüme geldim. (Halen beni yakınlarım ve çevrem normal emekli zannediyor.) Köyün eski muhtarı amca dedi ki:

“1960 ihtilalinin hemen sonları idi. Mehmet ağaların akrabası bir yeni emekli albay gelmişti köye. Adamcağız, sigaranın birini söndürmeden diğerini yakıyor ve devamlı sıkıntı içinde bulunuyordu. Sohbet sırasında derdini anlattı; Bir yıl önce Erzurum Askeri Hastanesinde kariyer sahibi paşalık bekleyen bir tabip albaymış. Hemen 1960 ihtilali öncesi bir anket düzenlemişler; “Ordu idareye el koysun mu, koymasın mı?” diye. O, “idareye el koymasın” diye cevap vermiş. Tabi ki ihtilalden hemen sonra binlerce subay gibi terfi bekleyen bu albayı da TSK’dan atmışlar. Adamcağız bir yıl sonra kalpten vefat etmiş.”

Muhtar amca bunları anlattığında benim TSK’dan ayrılış nedenimi bilmiyordu fakat anladım ki o; Türkiye’de yıllardır yaşanan kirli güç savaşlarını, siyasi ortamı çok iyi biliyordu!

Eşimin de ayrılışımı öğrendiğinde söylediklerini unutamıyorum:

“Seni iyi tanıyorum. Mesleğine ve işine olan bunca sebat ve fedakârlığın karşılığı bu mu olur..?”

TSK’dan ayrılışımdan 3 yıl geçti. Ayrıldıktan 2 ay sonra hemen oto sanayi sitesinden site müdürlüğü teklifi geldi. İşimi liyakatle yaparken 6 ay sonra büyük bir şirketten daha cazip bir teklif geldi. 3 yıldan beri birikim ve tecrübelerimi oraya aktarıyorum. Halen özel bir şirket olan bu kurumda yöneticilik yapıyorum. Üç yetişkin evladım var, onlar; geçilen sürecin sıkıntılarını çekmeden, fakat beni anlayarak yetişiyorlar.

Sonuç olarak: Şu anda (TSK’dan ayrılalı 3 yıl oldu) duygusal olmayan ve objektif değerlendirmeler yapmam gerekirse, bir vatansever olarak şunları söyleyebilirim;

·                          1990’lara kadar İmam Hatipli ve dindar gençler TSK’ya karşılıksız âşıktılar. (Sonra bu duygular öldü. Daha gerçekçi hareket etmeye başladılar.)

·                          Samimiyetle söylemek istiyorum ki; İmam Hatip Lisesi tahsilim süresince hiçbir öğretmenimden Laiklik ve M. Kemal Atatürk aleyhinde olumsuz bir söz ve ima duymadım. Daima millet, memleket sevgisi, adalet ve kul hakkı konusunda duyarlı olmamız, Allah’tan korkmamız ve onun sevdiği insanlar olacak şekilde yaşamamız empoze edilmiştir.

·                          Güçlü ve disiplinli bir TSK, ülkemiz ve milletimizin bekası için şarttır. Yalnız, milletimiz; kendisine ve sivil unsurlarına karşı silahlı kuvvetlerinden saygı, itibar göstermesini istiyor ve bekliyor. Son 10 senedir gelişen olaylar, milletimizin geniş kesimlerinde hayal kırıklığı ve güvensizlik meydana getirmiştir.

·                          Ülkede şeffaf, adil, demokratik ve hukukun egemen olacağı bir yönetim anlayışının sisteme hâkim olması en büyük dileğimdir.

 

Allah’tan en çok duam ve dileğim; ülkeme dirlik, düzenlik ve bereket versin. Milletimin birlik, beraberlik ve huzuru en güzel şekilde gelişsin. Devletimizin yönetiminin sağduyulu, bilgili, adil ve gerçekten insan haklarına saygılı idarecilerin eline geçmesini nasip etsin. Bir an önce karanlık güç odaklarının etkisinden ülkemizi ve milletimizi kurtarmak için gerçek vatanseverlere güç versin. Amin!”

 

Mektubunun sonunda “Re’sen Emekli Astsb. Bş. Çvş.” Şeklinde imza atan okuyucumuzun bu temennilerinin altına “Evet!” diye tasdik ibaresi eklemekten başka da bize bir söz düşmüyor.

 

rkerpeten@gmail.com

RAMAZAN KERPETEN

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum