DUYGUSAL ONARIM!..

Yaşamak yaralanmak diyor Cemil Meriç. Ne kadar da doğru bir tespit…

Her gün yaralanıyoruz… Belki de kaç kez.

Sıkıntılar dertler gelmeye başladı mı çoğu zaman içtima ederek topluca gelir. Tek tek gelmez, ya da fasılalar vermez, ardışık sökün eder, yani merdâne dövüşmez. Erkin Koray bunu “Biri biterken diğeri de başlar vermesin Allah” ifadeleriyle anlatıyor o meşhur şarkısında.

Yaralanırız evet… Taşlanırız, hırpalanırız, acımasız yıkıcı eleştirilere muhatap oluruz. Hatta kimi zaman daha ötesi de oluruz.

İş yeri hırsları ile karşı karşıya kalırız.

Eksiklerimiz, zaaflarımız üzerini kendi geleceğini kurmak isteyenler çıkar.

Senin eksikliğin üzerine varlık bina edenler ortada görülür.

Senin emeğin üzerinden zenginlik hülyasına düşenler olur.

Kısacası her yönden atılan taşları göğsünde karşılar ve savuşturmaya çalışırsın.

Burada başka kritik bir durum daha vardır. O da hiç beklemediğimiz kişiler tarafından yüreğimize atılan taşlar olur. En yıpratıcısı da budur.

İnsan bu demlerde öylesine hassaslaşır, yüreği o denli yufkalaşır ki ciddi bir onarım ihtiyacı hisseder… Eskiler “Başkasından gelen taş yaralamaz da dost elinden gelen gül yâreler beni” şeklinde ifade etmişler bu kıldan ince kılıçtan keskin durumu.

Dost elinden gül ile de olsa taşlanma ve yaralanmaya maruz kalmamız ise açılan yaralarımızı bir kat daha derinleştirir ve acılarımız katmerlenir.

Geçmişe takılı olarak yaşayan kişilikler tedavi kabul etmediklerinden her gün bu travmayı aynı canlılık içinde tekrar tekrar hisseder acılara gark olup duruyorlar. Hem kendilerini hem de çevrelerini mutsuz ederler.

Onların yaralanmaları “Acıda çifte kavrulmuşluk” gibi bir şey!..

Evimiz eskiyor, çatısı sızdırmaya başlıyor, yara bere alıyor, tamir ediyoruz.

Aracımız arıza vermeye başlıyor, aldığı yaraları hissettiriyor hemen bakım ve onarım için servis planlaması yapıyoruz.

Gözümüzde hafif görme kusurları ortaya çıkıyor sağlık yaralanmaları diyebileceğimiz sebeplerle, ilk fırsatta göz doktorunu ziyaret ediyoruz.

Yaralanmalarımız, onarım isteyen hallerimiz bunlarla mı sınırlı? Hayır!

Pek çok alanda yaralanmalarımız var. Bazıları tekrar da ediyor. Tedavilerle baş etmeye çalışıyoruz.

Bir de duygusal yaralanmalarımız var. Bu örselenmelerimiz de çok can yakıcı…

Ruhumuz azap halinde kıvranmakta…

Kırgınlıklarımız derin…

Alınganlıklarımız çok ve çoğunlukla yersiz…

Hak ettiğimiz halde onaylanmadığımız durumlar hiç az değil…

Takdir görmediğimiz emeklerimiz pek fazla…

Fedâkarlıklarımız çoğu defa hiç karşılık bulmuyor…

Gönül vuslat arıyor genellikle serapla son buluyor.

Hasretler dinmiyor.

Acılar bitmiyor. Gün geçmiyor ki yeni bir acıyla hepimizin yüreği sarsıntı geçirmesin. Birlik, dirlik, sükûnet, huzur en kıymetli gönül akçelerimiz durumunda.

Emeller yarı yolda sonuçsuz kalıyor.

Neşet Ertaş “Gönül yârini arar” diyor ama her zaman bulmuyor. Yine şairin dediği gibi; “Sevdiğim başka, sevenim başka!” hâli de nicelerinin açmazı durumunda.

İşte tüm bu ve başka pek çok sebeple duygusal, ruhsal acılara gark oluyoruz.

Elem içindeyiz!

Duygusal onarıma ihtiyacımız kesin!

Ruhsal yapılanma zorunluluğumuz ertelenemez!

Yürek ferahlıklarına hasretimiz tartışmasız!

Merhamete, şefkate, sevmeye, sevilmeye, onaylanmaya, takdir edilmeye, hatta yer yer şımartılmaya muhtacız!

Onun için yeniden “Sevgi ateşlemesi” yapmamız gerekiyor.

Onun için tekrar “Merhamet seferberliği” ilan etmemiz lazım.

Onun için yeni baştan “Dostluk kaftanı”nı kuşanmamız şart.

Onun için acilen “Tazelenmiş merhabalar”a yol vermemiz elzem.

Onun için hemen “Nefret söylemlerini” terk etmeye mecburuz.

Onun için ertelemeden bayramımızı “Hakiki bayramlara” dönüştürmeye yükümlüyüz.

Başka türlü “Duygusal onarım”ı başaramayız.

Huzur bulamayız.

Bayram edemeyiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum