**İslam’ı Müslümanlardan Nasıl Koruyacağız...**

Sevgili dostlar,

Yirmi beş yıldır yurt dışında yaşıyorum. Bu süre içinde birçok ülke gezdim, farklı inançlardan, farklı kültürlerden binlerce insanla tanıştım.
Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da öyle vicdanlı, öyle adaletli insanlar gördüm ki, içimden sık sık şu cümle geçti:

> “Keşke bu kişi Müslüman olsaydı; İslamiyet ona ne güzel yakışırdı.”

Dünyanın dört bir yanında sonradan Müslüman olmuş insanlarla tanıştım; bazılarının Müslüman olma yolculuğuna tanıklık ettim.
Bu süreçler öylesine derindi, öylesine öğreticiydi ki, insan bazen kendi kendine sormadan edemiyor:

> “Ben mi onun Müslüman olmasına vesile oldum, yoksa o mu benim Müslümanlığımı yeniden tanımama vesile oldu?”

Çünkü bazen bir insanın hidayet hikâyesi, senin kendi inancına yeniden ayna tutar.

Sonradan Müslüman olanlar — yani “revert” kardeşlerimiz — çoğu zaman Müslüman doğanlarla tam olarak anlaşamazlar.
Çünkü onlar, bazı Müslümanların bizzat İslam’a ve Müslümanlığa zarar verdiğini düşünürler.
Ve sıkça şu cümleyi kurarlar:

> “Biz şimdi Müslüman olmayanlara İslam’ı mı anlatalım, yoksa önce Müslümanlardan İslam’ı mı kurtaralım, şaşırdık…”

Bir gün sadece sonradan Müslüman olanlardan oluşan bir mescitte bulunmuştum.
Oradakiler bana şöyle demişti:

> “Siz doğuştan Müslümanlar, dininizden zevk almıyorsunuz. (You don’t enjoy your religion.)
> İslam’ı gayrimüslimlere anlatmak yerine, birbirinizi daha iyi Müslüman yapmak için uğraşıyor, bu uğurda birbirinizle kavga ediyor, savaşıyor hatta birbirinizi öldürüyorsunuz.
> Siz böyle birbirinizi yerken, gayrimüslimler ve inançsızlar dünyada cirit atıyor.”

Meydan onlara kalıyor...

Örneğin, İslam Afrika’ya 12. yüzyılda ulaşmışken, Hristiyanlık tam beş asır sonra, 17. yüzyılda gitmiştir.
Bugün Afrika’da Müslümandan çok Hristiyan varsa, bunun sebebini Müslümanlar kendilerine sormalıdır.
“Ben kaç gayrimüslime İslam’ı anlattım?” sorusunu herkes önce kendi vicdanına yöneltmelidir.

Size bizzat tanıklık ettiğim bir örnek anlatayım…
Christina, İslam’ı araştırıp Müslüman olmaya karar veren Amerikalı bir hanımefendiydi.
Yaşadığı kasabada bir tek Müslüman bile yoktu ama o yine de başörtüsünü takıp ibadetine başlamıştı.
Bir gün beni ağlayarak aradı.
Boston’daki bir camiye gitmiş, namaz kılmak ve imamla tanışmak istemiş.
İmam ona evli olup olmadığını sormuş, sonra da eşinin Müslüman olup olmadığını.
Christina “Hayır, eşim Müslüman değil.” deyince, imam ona şu sözleri söylemiş:

> “O zaman sen her gün zina işliyorsun. Ya eşin Müslüman olacak ya da ondan ayrılacaksın.”

Christina bana ağlayarak,

> “Bruce, benim otuz yıllık kocam, çocuklarımın babası...
> Ben şimdi ondan nasıl ayrılayım?
> Bu imamla konuştuktan sonra, Müslüman mı oldum, yoksa fahişe mi, artık anlayamıyorum.”
> dedi.

Ne acıdır ki, bazen İslam’ı anlatması gerekenler, İslam’ı insanlardan uzaklaştırıyor.

---

Hatta, insanlara rehberlik etmesi gereken bazı dinî liderler artık birer memur gibi maaş bordrosuna bağlı.
Oysa imamlık ve şeyhlik, bir hizmetti, bir davaydı, bir adanmışlıktı.
Şimdi ise bir kariyer basamağına dönüştü.
Dava, onların gözünde bir dükkân tabelası;
cami, dergâh, vakıf bir ticarethane;
medrese ise bir ilim ocağı değil, gelir kapısı artık.

Bir zamanlar ruh yetiştiren bazı dinî mekânlar, bugün adeta marka franchise’ları gibi çoğalıyor.
Her biri “tek doğru biziz”, “en doğru biziz” diyor ama ortada doğru değil, menfaat yarışı var.
Pakistan’da 250 mezhep, 2500 cemaat olduğu söyleniyor.
Hepsi birbirinden ayrı, hepsi birbirine rakip, ama hiçbiri insanı Allah’a yaklaştırmıyor.
Sadece başındaki imamları besleyen birer ticarethane olmuş adeta.
Kendi yağında kavrulan küçük çıkar düzenleri...

Mehmet Âkif bundan bir asır önce sanki bugünü görmüş gibi haykırmıştı:

> “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
> Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.”

Ama bu tip imamlar, ilhamı Kur’an’dan değil; kasadan, vakıf defterinden, bağış kutusundan alır oldu.
O yüzden bugün İslam’ı kâfirden korumaktan çok,
İslam’ı çıkarına alet eden Müslümandan korumak daha zor hale geldi.

---

Eskiden bir imamın gücü, hakkı söylemesindeydi; şimdi çoğunun gücü, makamını korumakta.
“Rızkı Allah verir” anlayışı yerini “maaş devletten ya da cemaatten gelir” mantığına bıraktı.
Tebliğ ruhu kayboldu, yerini imaj yönetimi aldı.
Cehalet artık bireysel değil, kurumsal hale geldi.
İşin özünü değil, ambalajını satılır oldu; din, pazarlanabilir bir meta haline geldi.
Sosyal medyada herkesin elinde bir “fetva kürsüsü”...
Kimi on dakikada cenneti satıyor, kimi aynı sürede ümmeti tekfir ediyor.

Bir araştırmaya göre Arapça dinî paylaşımların %40’ı sahte.
İslam’ın kendisi değil, korsan ticareti yayılıyor.
Bağış kutuları, minberlerin önüne insanlara diretiliyor.
Bugün birçok “din büyüğü” serveti için davasını harcıyor.
Vaazdan sonra marka tanıtan hocalar, yanmayan kefen, cennet garantili gül suyu satan “din tüccarları”...
Ortada dönen inanç değil, ticaret.

Ve en tehlikelisi: din, siyasetle kol kola girmiş durumda.
İslam dünyasının geri kalmışlığının nedenlerini analiz eden ve çözüm olarak Kur’an’a dönüş, akılcılık ve eğitim reformu öneren düşünürlerden Rashid Rida bir asır önce uyarmıştı:

> “Bilgelerle yöneticiler kol kola girerse, hakikat diz çökebilir.”

Bugün görüyoruz ki, birçok din adamı hakkı değil, makamı seçiyor.
İslam’ın dik duruşu, koltuk rahatlığına feda ediliyor.
Gerçek düşman dışarıda değil dostlar;
bazen minberde, bazen ekranlarda, bazen de bir cübbenin gölgesinde gizleniyor.

Bugün İslam’a en büyük zararı din düşmanları değil,
dini kendi çıkarı için kullanan istismarcılar veriyor.
İnsanları dinden uzaklaştıranlar, çoğu zaman ateist yazarlar değil;
ahlaksız hocalar, sahte şeyhler, menfaat için Allah’ın adını kullananlardır.

Bu yüzden artık İslam’ı kâfirlerden değil,
İslam’ı geçim kapısına çeviren Müslümanlardan korumak zorundayız.

Pew Research Center’ın 2022 tarihli “Religion & Trust Report” araştırmasına göre gençlerin %47’si, “dinî kurumlara güvenmiyorum.” diyor.
En önemli gerekçe ise şu:

> “Dini liderler, söyledikleriyle yaşadıkları arasında tutarsız.”

Adamın çocukları milyon dolarlık hayat sürerken, cemaatine don gömlek, peynir ekmekle yaşamayı vaaz ediyor.
Evet… Bugün yargılanan İslam değil, Müslümanların hâlidir.

---

Artık kurtuluşu başkalarında değil, kendi içimizde aramak zorundayız.
Gerçek temizlik, ihlasla başlar; çünkü ihlas yoksa ibadet de, ilim de, liderlik de birer gösteriye dönüşür.

Öncelikle imamlar, hocalar, cemaat liderleri her şeyden önce hesap verebilir olmalı.
Camilerde, vakıflarda, derneklerde şeffaflık farz kadar önemlidir.
Çünkü hesap vermeyen din adamı, halkın değil, kendi nefsinin imamıdır.

Eğitim sistemi yeniden ahlak merkezli hale gelmelidir.
Din eğitimi sadece bilgi aktarmak değil, karakter inşa etmek demektir.
Cemaatler yeniden saf niyetine dönmelidir.
Allah için kurulmalıdır, lider için değil.
Her bağış, her proje, her vaaz açık olmalı.
Çünkü kapalı kapılar ardında dönen her iş, sonunda dini kirletir.

Ve en önemlisi, değişmesi gereken din değil, dindardır.

---

Sevgili dostlar,
İslam tarih boyunca putlardan değil, putlaşan insanlardan yara aldı.
Küfür, mızrakla değil; cehaletle ve dua kisvesiyle içimize sızdı.
Bu yüzden artık “İslam’ı kim yıkar?” diye değil,
“İslam’ı kim yaşatır?” diye kendimize sormalıyız.

Bazı hocalar bilmelidir ki;
**Din, Allah’ındır; kürsü halkındır; görev emanettir.**
Emanete ihanet edenin camisi büyüse de kalbi küçülür.

Oxford Üniversitesi’nin 2021 tarihli *Religion & Integrity Study* raporuna göre,
dini temsilciler arasında en güven duyulanlar;
mütevazı, hesap verebilen ve hayatı sade yaşayanlardır.

O halde dua edelim:
Kalplerimiz riyadan arınsın, sözlerimiz samimiyetle dolsun.
İmanımız şekilden değil, özden beslensin.
Rabbimiz bizleri, dini kullananlardan değil,
din için yaşayanlardan eylesin.

Ve belki o zaman,
kararan kalplerin içinde yeniden ışık yanar.

**Kalın sağlıcakla.**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum