‘Kılıçdaroğlu rüzgârı’yla Baykal...

Kemal Kılıçdaroğlu çok yakın takipte. Tayyip Erdoğan‘ı artık iktidarda görmek istemeyenlerin Kılıçdaroğlu’yla ilgili beklenti çıtaları da yüksek.
Tek başına seçim kazanabilir mi?
Ya da bir koalisyon hükümeti yoluyla Erdoğan’ı başbakanlıktan edebilir mi?
Ve 12 Eylül referandumu bu bakımdan bir ilk aşama olabilir mi?
Ak Parti muhaliflerinin kafasını halen burgaç gibi oyan sorular böyle.
Anlaşılan o ki, Baykal’ın sahneden çekilmesi şimdilik CHP oylarını altı yedi puan yukarı çekmiş durumda.
Güvenilir seçim araştırmalarında CHP yüzde 30-31 civarında görülüyor. Bu oy oranı CHP’yi tek başına hükümet yapmaz. Ama bir koalisyonun kapısını açabilir.
Tabii bir koalisyon için MHP’nin, BDP’nin ve diğer küçük partilerin oy toplamının da artması lazım.
Yoksa Ak Parti, yüzde 35’le 40 arasındaki bir oy oranıyla yeniden tek başına seçimleri kazanabilir.
Bu konuda, son derece antidemokratik olan yüzde 10’luk seçim barajı belirleyici olabiliyor. 2002 yılı Kasım ayındaki milletvekili seçimlerini anımsayın. Ak Parti yüzde 34 küsur oyla tek başına hükümet olmuştu.
Şu sıralar Ak Parti’nin güvenilir seçim araştırmalarındaki oy oranı yüzde 40-41 arasında seyrediyor. Bazı araştırmacılara göre altı yedi puanlık bir düşüş söz konusu.
Bu düşüş devam edebilir mi?
12 Eylül referandumu bu açıdan ne kadar etkili olabilir? Bu soruların sağlıklı yanıtları için daha vakit erken. Ancak Kılıçdaroğlu’nun performansı, Ak Parti’nin oyları konusunda şöyle ya da böyle etkili, belki de belirleyici olacak.
Burada bir meselenin önemi var.
Kılıçdaroğlu, Baykal’ın CHP’si neden seçim üstüne seçim kaybetti sorusuna Acaba ne kadar zaman ayırdı?
Belki bir başka deyişle:
Kılıçdaroğlu, partisinin Deniz Baykal’lı geçmişinden ne kadar ders çıkardı?
Bu mesele eğer doğru teşhis edilmez ve isabetli tedavi yapılmazsa, Kılıçdaroğlu rüzgârı bir süre sonra yerini yeni hayal kırıklıklarına bırakabilir.
Evet, Türkiye’nin son yıllarda ciddi bir muhalefet boşluğu sorunu var. Baykal’ın CHP’si bu boşluğu dolduramadı. CHP, Ak Parti karşısında güven veren bir iktidar alternatifi olarak sahneye çıkamadı.
Bu nedenle Tayyip Erdoğan da meydanı fazla boş bulunca, bir çok alanda bir çok olumsuzluk yaşandı.
Kılıçdaroğlu’nun, -gelen sinyaller öyle ki- Baykal’ın gerek parti yönetimine, gerekse siyaset anlayışına dönük bakışından ayrıldığı noktalar var.
Kılıçdaroğlu, Baykal’ın hazzetmediği bazı kişilerle çalışabileceğini gösteren örnekler sergilemiş durumda.
Yine Baykal’dan farklı olarak, partinin tepesinde daha geniş bir danışmanlar grubuna yer açma eğiliminde.
Ayrıca, parti örgütünün hantallaştığının da farkında olduğu söylenebilir Kılıçdaroğlu’nun...
Bu arada, özellikle asker ve siyaset konusunda Baykal’ın askerci ve de devletçi çizgisine ters düşen açıklamaları var Kılıçdaroğlu’nun.
Askerin siyaset dışında kalmasını çok net ifade etmiş durumda. 27 Mayıs dahil darbelere karşı çıkıyor. 28 Şubat’ta Başbakan Erbakan’ın direnmesi gerektiğini, 27 Nisan’ın yanlış olduğunu, bu konuda zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’tan hesap sorulması gerektiğini söylüyor. Geçmiş darbelere dayanak oluşturan 35. maddenin de değiştirilmesini istiyor Kılıçdaroğlu.
Baykal böyle değildi, ‘devletçi‘ydi, ‘askerci’ydi.
Ama öte yandan Kılıçdaroğlu, Kürt sorunu konusunda -şimdilik-Baykal’dan farksız bir havada. Neredeyse Kürt sözcüğünü ağzına almaktan bile kaçınıyor.
Anlaşılan o ki, kendisini uyarmışlar, “Aman seçim zamanı Kürt falan deme, yoksa Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun” diye...
Bu yanlış.
Böyle sosyal demokrat da olunmaz, demokrat da...
Ancak Baykal’laşılır!
Ve Kürt sorununu çözüm rayına oturtamayan Türkiye’de ne demokrasi olur, ne de hukuk devleti.
Bununla birlikte Kılıçdaroğlu Kürt sorunu gibi, türban gibi bazı hassas konularda Baykal’dan ayrıldığına dair üstü örtülü işaretler vermiyor değil. Ama sanki bunları seçim sonrasına erteliyor gibi de bir hava yaratıyor.
Ergenekon’la ilgili olarak Kılıçdaroğlu’nun “Baykal’ın avukatlığı” gibi bir role soyunmayacağına ilişkin belirtiler var.
Ama bilemiyorum.
Ergenekon bu ülkede yerli yerine oturtulamazsa, demokrasi ve hukuk devleti de yerine oturmaz.
Kılıçdaroğlu’nun ‘sosyal piyasa ekonomisi’yle rekabetçi ve dışa açık ekonomiden söz edip, ‘ücret sendikacılığı’na karşı olduğunu belirtirken, CHP için ‘yeni sol’ çizgiyi dile getirmesi de altı çizilmesi gereken konular...
Son söz:
Kılıçdaroğlu eğer 12 Eylül’de hayır değil evet deseydi ve bunu derken, CHP olarak 12 Eylül Anayasası’nı rafa kaldıran dört dörtlük yeni bir anayasa ve hukuk reformu projesiyle meydanlara çıksaydı, çok daha isabetli davranmış olurdu diye düşünüyorum.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar