Kocakarı ile Ömer

 

Kocakarı ile Ömer

Mehmed Akif Ersoy’un Safahat’ının Birinci Kitabında “Kocakarı ile Ömer” adlı bir şiiri yer alır. Bu şiirinde Akif Hz. Ömer (r.a.)’ ın halifelik devrinde yaşanan bir olayı anlatır. Kendisini Üstad-ı necibim diye tarif ettiği Namık Kemal’ın oğlu Ali Ekrem beye ithaf etmiş olduğu bu şiirindeki vak’ayı muhakkak bir zaman bir yerde duymuşuzdur ve bize yabancı gelmeyen bir vak’adır belki de. Fakat bilinen bu olayı bir de Akif’in kaleminden, Akif’in satırlarıyla, onun vezin ve kafiyeleriyle okumak tamamen farklı bir duygudur. 170 mızradan ibaret olan bu kısa olmayan şiirinin bazı kısımlarını ele alalım. Umarım ki, bu yazımı okuduktan sonra, Akif’in bu şiirini henüz tanımayanların veya tanıyıp da tamamını okumayanların içlerinde bir merak oluşur ve Akif’in “Kocakarı ile Ömer” şiirinin tümünü okurlar.

Hz. Ömer (r.a.) malum İslam tarihinde dört büyük halifenin (Hulefa-i Raşidin) ikinci halifesidir. Hz. Ebu Bekir’den sonra hilafet gömleğini giyinmiştir ve bu görevini şehid oluncaya kadar da hakkıyla yerine getirmeye çalışmıştır. “Adalet mülkün temelidir.” diyen Hz. Ömer şecaatı, cesareti ve heybetinden ziyade, bir de adaletiyle bilinen bir insandır. İlle de adalet diyen Hz. Ömer, müslüman olduktan sonraki hayatında hiç bir haksızlığa tahammül edememiştir. Halife olduktan sonra, devlet reisi konumunda kendisi üzerinde çok ağır ve korkunç bir devlet mesuliyeti hissetmiştir. Bulunmuş olduğu bu makamın hakkını verememek korkusuyla büyük çabalar sarfedip gecesini ve gündüzünü bunun için harcamıştır. Elinden gelse her yere koşup yetişmek, bütün sıkıntıları kendisinden bilip onları yoketmek ister Hz. Ömer. Medine ve çevresindeki asayişi korumak için geceleri bile, halk uyurken Medine sokaklarını gezer ve etrafı yoklar, ortalığın düzende olduğundan emin olmak için. Ve işin ilginç tarafı halife olarak bizzat kendisi üstlenir bütün bu işleri, başkalarının haberi olmadan. Bütün bunları halife olmasına rağmen değil de, halife olduğu için yapar. Başkasına bırakmaz devlet işlerini, çünkü bu öncelikle onun işidir. Ömer’in işidir, asayişi korumak ve halkına güven vermek.

Kendi karakterinde de Hz. Ömer’i hatırlatan unsurlar bulunan Mehmed Akif Ersoy işte “Kocakarı ile Ömer” adlı bu şiirinde büyük halifenin hayatındaki bir meşhur olayı anlatır. Olayın kısa şekli şöyle. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bir çadırda yaşayan yaşlı ve fakir bir dul kadın üç torununu doyuramaz haldedir. Yine gecelerden bir gece Hz. Ömer Medine halkı uykudayken sokakları gezmeye ve kontrol etmeye çıkar. Halife kadının durumundan bihaberdir ve tevafuk eseri bu gece yolda Peygamber Efendimiz’in amcası Hz. Abbas bin Abdulmuttalip’e rastlar ve onunla gece Medine sokaklarında gezerken, çadırdan gelen sesleri duyarak oraya gider. Boş kazanda aş pişiren kadının ve torunlarının durumunu farkeden Hz. Ömer önce üzülür – zira halife olarak kendisinin bu kadından sorumlu olduğunu bilir- ardından hemen eve dönüp bir çuval unu kendi sırtında taşıyarak kadının yanına döner ve orada kendi elleriyle ateşi yakan Hz. Ömer açlıktan ağlayıp bağıran çocukların karnını doyurur ve ancak o anda rahata kavuşur... Olay kısaca böyle. Şimdi de vak’ayı Mehmed Akif Ersoy’un kaleminden ele alalım.

Şiirinde Akif bu olayı Hz. Abbas’ın dilinden anlatır, yani bu olayı anlatan şahıs Hz. Abbas’dır ve şöyle başlar:

Yok ya Abbas’ı bilmeyen, kimdi?...

O sahabiyi dinleyin, şimdi:

“Bir karanlık geceydi pek de ayaz...”

İbni Hattab’ı görmek üzre biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpsız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman.

Az ilerden yavaşca oldu iyan,

Zulmetin sinesinde ukte gibi,

Ansızın bir müheykel a’rabi!

...

Yani Peygamber Efendimiz’in amcası Hz. Abbas soğuk ve karanlık bir gecede Medine’de Hz. Ömer’i görmek için evden çıkar. Issız yollarda kendisinden başka kimse olmadığını tahmin eden Hz. Abbas o anda heykel gibi bir çöl arabını görürür ve bu yabancıyla selamlaştıktan sonra o kişinin Hz. Ömer olduğunu farkeder.

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş!

- Ya Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

-Şu mahallatı devre çıkmıştım...

Gel beraber benimle, üç beş adım.

Derken Hz. Ömer Hz. Abbas ile Medine sokaklarını dolaşmaya başlarlar.

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor bi-haber içerdekiler.

Geçmedik en harab bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medine haricinde;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine

Medine’de her evi ve her kapıyı yokladıktan sonra, şehir dışı mahallelere gelirler ve orada bir çadır ilişir halifenin gözüne.

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

“Açız! Açız! diye feryad eden çocuklarının;

Karıştırıp duruyorken pişen nevalesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

-Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne hal ise bir türlü pişmiyordu yemek!

Meğerse pişen aş değil de su imiş ve zavallı çaresiz kadın torunlarını avutmak için içindekinin yemek olduğunu diyesiymiş. Bu hali gören Hz. Ömer kadına sorar ve aralarında şöyle bir muhabbet geçer...

-Bu yavrular niçin ey teyze, ağlıyor, söyle?

-Bugün ikinci gün, aç kaldılar...

-O halde, neden biraz yemek koymuyorsun?

-Yemek mi? Çömleği sen tirid mi zannediyorsun?

İçinde sade su var; Çakıl taşı yla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Balki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

-Peki! Senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

Tek erkeğin de mi yok?

-Hepsi öldü... Kimsem yok.

-Senin midir bu küçükler?

-Torunlarım.

-Ne de çok!

Devam ederken sohbete Hz. Ömer kadına neden halifeye gidip yardım istemediğini sorar ve beynin vurulmuş gibi bir cevap alır kadından.

-Adam amire gidip söylemez mi halini?

-Ah!

Emir’e, öyle mi? Kahretsin an-karip Allah!

Yakında rayet-i ikbali ser-nigun olsun...

Ömer, belasını dünyada isterim bulsun.

-Ne yaptı teyze, Ömer, böyle inkisar edecek?

-Ya ben yetim avuturken, Emir uyur mu gerek?

Burası gerçekten ürpertici bir an. Yaşlı kadın önündeki şahsın Hz. Ömer olduğunu bilmeden ona beddua ediyor ve suçluyor.  En kısa zamanda mutluluk bayrağının yerlerde sürünsünmesini istiyor. Hz. Ömer ise aciz bir halde kendisi adı Emir’i savunmaya çalışsa da nafile...

-Zavallının işi çok, zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

-Niçin hilafeti vaktiyle eylemiş kabul?

Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbul?

...

-Yetimin ahını yağmur duası zannetme!

O sayha ra’d-ı kazadır gönderir ademe!

Yani kadın burada Hz. Ömer’e giyaben bedduasında bu yavruların ağıtlarının gök gürültüsüne dönüşüp Allah’ın gazabı şeklinde kendisine geri döneceğini söylüyor. Hz. Ömer perişan, pişman, gücenmiş ve bitkin bir halde Hz. Abbas ile sabaha karşı oradan ayrılırlar ve eve dönerler. Orada halife bir çuval un bulur, derhal sırtına yükler ve acilen geri dönmeye yol alır. Hz. Abbas orada ona:

-Ben götüreyim... Verir misin çuvalı!

-Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Vebali kendine aiddir İbni Hattab’ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın, huzurüi İlahi’de, kimseler Ömer’in

Şerik-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, hilafeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu,

Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu!

...

Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu barı sırtına sen?

O anda Hz. Ömer’in hem yüreğindeki yükü, hem de sırtındaki yükü ağır.

Uzak mı yol? Daha çok mu var?

-Ancak üç beş adım.

Mecali kalmamış artık zavallının... Baktım...

Ve çadıra varır varmaz Hz. Ömer dinlenmeye bile vakit bulamıyor, çünkü ocak sönmek üzere olduğunu farkediyor

Hemen çakılları çömlekten indirip attı;

Uzandı testiye, yağ oydu, sonra un kattı.

Oturmak istedi, lakin belaya bak ki: Ocak,

Hemen sönüp gidecek...

-Teyze, yok mu hiç yakacak?

Sonunda Hz. Ömer yere yatıp üfleye üfleye ateşi yakar, sırtında taşıyıp getirdiği un ile yemeği pişirir ve kendi elleriyle kablara yetimlerin yemeklerini paylaştırır ve yedirir.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek?

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerek!

Ve kadına

-Yarın Emaret’e gel teyze, öğleyin beni bul;

Emir’e söyleriz, elbette hayr olur me’mul.

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

Biz de çıktık veda edip artık.

Ertesi gün ise

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

-Ghaliba teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

-Şimdi affeyledin, değil mi beni?

-Böyle göster fakat adaletini.

Diyerek kadın oradan ayrılıyor.

Şiir böylece sona eriyor. Bu ve bunun gibi nice emsallerde, Hz. Ömer’in adaletini ve kişisel mes’uliyetini görebiliyoruz. Ayrıca Mehmed Akif Ersoy’un kaleminden okumak ayrı bir zevktir. Allah Hz. Ömer gibi hükmetmeyi ve davranmayı ve Akif gibi düşünüp yazan şairlerin yetişmesini nasip etsin!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum