Yavuz ORTA
Küçük Bir Dalga, Küçük Bir Rüzgâr Esintisi, Sumud.
Sevgili Dostlar,
Bazen, bir kelebeğin ipek kanadı, okyanusun ötesinde fırtınalar koparır.
Bir kuşun gagasındaki bir damlacık, devasa bir ateşi utandırır. Bazen bir damla, mermeri deler, bazen, bir çimen betonu…
Ve bir karınca… Bile bile uzun yola çıkar; çünkü çaresiz yaşamak, göze aldığı bir ölümden daha ağırdır. Tarihi yazan çoğu zaman en küçük cesaretlerdir. Yani, cesur yüreklerdir.
Küçüğün kaderi budur: Azın, görünmez olanın, alaya alınanın… Fakat tarih, küçük başlangıçların büyük neticeleri olduğunu fısıldar bizlere sürekli. Kelebek etkisi dediğimiz şey, romantik bir masal değil; karmaşık ve doğrusal olmayan sistemlerin gerçeğidir: küçük titreşimler, doğru geri beslemelere bağlandığında, fırtınalar koparır.
İnsanlığın ortak hafızasında “az ama sahici”nin davasını anlatan nice hikâye dolaşır. Yahudi geleneğinde dulun iki lepti, paranın miktarından çok fedakârlığın değerini fısıldar; Kohelet’in “küçük şehirdeki yoksul ama bilge adamı” kalabalıktan daha güçlü olanın akıl olduğunu gösterir; kudretli Titus’u içeriden kemiren küçücük yatush ise kibri en küçüğün bile alt edebileceğini hatırlatır. Hristiyanlıkta hardal tanesi, en küçük tohumun nasıl koca bir ağaca dönüştüğünü anlatır. İslami anlatılarda, İbrahim’in ateşine su taşıyan kuşla hacca giden karınca, insanın tarafını belli edip gücü yettiği kadarını yapmasının kıymetini yükseltir; Sevr Mağarası’ndaki incecik örümcek ağı, en keskin kılıcı şaşırtan zarafetin adıdır. Doğu hikmetlerinde Jataka’nın cesur papağanı orman yangınına damla taşır; Ramayana’nın minik sincapları dev bir köprünün eksik taşını tamamlar. Hepsi tek bir gerçeği söyler: Doğru niyet, ısrarlı sebat ve küçük adımlar bir araya geldiğinde, en yüksek duvarlarda bile görünmez çatlaklar açılır.
Bugün dünya yine ağır bir imtihanın önünde. Gazze’de gökten yağmur gibi bombalar inerken çocukların uykusu enkazda, annelerin yüreği siren sesinde çarpıyorken. Firavunlar gözünü doğal gaza, denize açılan kapılara, “büyük satranç taşlarına” dikmiş olabilir; ama enkazın altında satranç yok—insan var. Her güç gösterisi, sonunda insanın kırılgan bedeninde ölçülür.
Sahnede yine “küçükler” var: zamane karıncaları, zamane kuşları… Limanda bekleyen sivil tekneler, koli taşıyan gençler; çocuk maması, antibiyotik, su arıtma üniteleri… Sumud Filosu, adını en sessiz ama en güçlü dayanışmadan alarak, okyanusta ince bir kalp atışı gibi ilerliyor. Devletlerin engellerine, coplara, barikatlara, gözaltılara rağmen o tek “damla”—yaşatma iradesi—yolunu buluyor. Bu filo, sadece yardım taşımıyor; umut ve vicdan da taşıyor. Kuşatma altındaki Gazze’ye bir selam, bir nefes, bir omuz gibi varmak için; her dalga ve rüzgâr esintisi, oradaki sabra ve onura eşlik ediyor. Ve bu yolculuk, insanlığın vicdanına yazılmış kısa ama unutulmaz bir barış mektubu olarak tarihte yerini alacaktır.
Küçüğü büyütüp fırtınaya çeviren şey, önce meşruiyettir: küçük eylem haklılığın yalın dilidir; silahsız bir yardım kolisi bile hikâyeyi değiştirir ve hikâye değişince zihinler, ittifaklar da yer değiştirir. O küçük eylem sonra bir sembole dönüşür; sembol gönüllüleri çağırır, ağ büyür, kaynak ve cesaret çoğalır, sistem harekete geçer. Büyük güç buna karşılık verdikçe maliyet asimetrisi belirir, küçük adım ucuzdur ama etkisi orantısız büyüktür; dev tedbirler para, itibar ve diplomasi sabun gibi erir biter. Bütün bunların ortasında bir cümle kalır: “Üzerime düşeni yaptım.” Bu, bugünün vicdanında ve yarının tarihinde bırakılmış imzadır; küçük eylem, büyük iddianın delili olur. Ve yol, karınca yürüyüşü ister: zafer tek hamlede değil, sürdürülebilir ritimde gelir. Yorgunluk planın parçası sayıldığında, adımlar küçülse de yollar biter ve Hüda’ya ulaşır.
Zalimlerin planı vardır; günü, yılı, hatta yüzyılı kapsayan. Ama zamanın ve mekânın sahibinin de planı vardır. İnsan üç dakika nefessiz, üç gün susuz duramaz; zalimin kibri kebiri, en küçük darbede çöker: bir sinek Titus’u aciz bırakır, ince bir ağ orduları şaşırtır, bir taş bir devi devirir, bir lepti defterlere büyük harfle yazılır.
Bugünün karanlığında biliyoruz ki: kelebeğin kanadı, kuşun damlası, karıncanın adımı, örümceğin ağı aynı hakikati fısıldar—güç kütlede değil, haklılıkta ve sebattadır. Barış en güçlü silahtır…
Sumud’un rotası yalnız denizde değil, insanlığın vicdanında ilerliyor. Sonu ne olur, bilemeyiz; ama şunu biliriz: doğrunun yanında duran küçükler, büyük yanlışı önce utandırır, sonra yavaşlatır, sonunda değiştirir. Fırtına dindiğinde geriye tek cümle kalır: “Elimizden geleni yaptık.” O cümle, tarihin kalbinde barışın ve cesaretin en gür sesidir.
Kalın sağlıcakla,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.