KUTLU DOĞUM

 

“Abdurrahman yurt öğrencisidir. Saçları hayli uzundur. Yurt idarecileri, öğretmenler, anne-babası saçlarını kestirmesini söylemelerine rağmen o kestirmek istemez. Bu süreç bir hayli devam eder. Abdurrahmanın saçlarını kestirmek istememesine bir mana veremezler.

Bir gün yurt müdürü çağırır. Biraz ısrarlı ve kararlı bir ifadeyle saçlarını kestirmesi gerektiğini, diğer öğrencilere olumsuz örnek olduğunu biraz sert ifadelerle izah eder. Abdurrahman bir şey demez, odadan çıkar ve izin alıp yurttan ve evden ayrılma pahasına da olsa evine anne babasının yanına bir haftalığına gider. Evde de aynı şeylerle karşılaşır ve bir hafta böyle geçer. Yine kestirmez ve yurda geri döner. Bakarlar ki kestirmemiş. Yurt müdürü tekrar ikaz eder. Gece olur yatağına yatmadan önce aynanın karşısında saçlarıyla konuşur, dertleşir, ağlar ve yatar. Ertesi gün akşama kadar böyle geçer. Ve Abdurrahman saçlarını kestirmeye nihayet karar verir. Kestirir ama saçlarını bırakmaz berberde. Yanına alır, yurda getirir, yatakhaneye gider, bir defterin arasında koyarak yastığının altına koyar.

Gece herkes gibi Abdurrahman da yatar. Yastığının altında ki defterine sarılarak uyur. O gece ki koğuş nöbetçisi belletmen öğretmen koğuşları dolaşır üstü açılan, yataktan yere düşen var mı diye. Abdurrahmanın koğuşuna da girer, herkese tek tek bakar, uyuyorlar. Ama Abdurrahmanın yastığının altında ki defteri fark eder. Usulca alır defteri ve açar bakar. Yapraklarının arasında sakladığı saçları ve altında da bir yazıyı görür. Anlaşılan o ki Abdurrahman dün kestirdiği saçlarını berber de bırakmamış alıp getirmiş. Ama yanında ki not ta neydi ki.!  Notta şu yazılıydı: “Beni affet ya Resulullah! Ben saçlarımı hiç kestirmek istemedim. Onlarla beraber ta kabre kadar gelmek istedim. Ama annem babam, okuldaki ve yurtta ki öğretmenlerim kabul etmediler uzun saçlarımı. Onlar bilmiyorlardı senin bir gece rüyamda yanıma gelip saçlarımı okşadığını, mübarek parmaklarının saçlarımın arasında dolaştığını. Ben de söyleyemedim. Bilselerdi ki senin mübarek elinin saçlarımı başımı okşadığını onlarda belki kestirmekte ısrar etmeyeceklerdi. Ama bilemediler ya Resulullah. Ne olur beni affet..!” Şimdi pişmanlık ve ağlama sırası o gece ki nöbetçi öğretmendeydi.”

“Merhum Ali Ulvi KURUCU hocamız anlatıyor: (Bunu kendi hayatını anlatan üç ciltlik kitabın üçüncü cildinin 377 nci sayfasında okuyabilirsiniz) “Yıl 1991 Mescid-i Nebideyiz. İmam Şıh Eyyub yeni atandı. Ürdünden gelen bir aile bizim mahallede oturuyorlar. Ramazan ayındayız. Hep beraber Mescid-i Nebiye teravih namazını kılmak için gittik. Mihraba yakın yer durduk. Onlar benim önümdeler. Babaları ortada, iki oğlu da yanlarında namaza durduk. İmam Şıh Eyyup sesli okuyor, biz de hem dinliyor hem de takip ediyoruz. Bir ara önümdeki Ürdünlü komşum ihtiyar yere yığıldı. Telaştan çocukları namazı bozup babalarını aldılar ve müsait bir köşeye çektiler yatırdılar. Biz öldü sandık. Nihayet namazımız bitti, ihtiyarın yanına gittim ağlıyordu. Bu ara bir çok cemaat gitmişti. Sordum: Ya Şıh, ne oldu da öyle namazda birden düştün? İhtiyar şunu anlattı: “Namazı kıldırırken İmam 25.cüzde ki Şura süresinde 5. Ayeti okuyordu.( Tekadüssemavatü yetefetterne min fevkihinne yüsebbihune bihamdi rebbihim ve yesteğfirune limen fil erdi ela innellahe hüvel ğafururrahimü..) Bu ayeti okurken baktım Allahın Resulü karşıda mihrap tarafında temessül etmiş geliyor ve şunu söylüyordu: “Melekler benim ümmetim için dua ederler de ben etmem mi?” Bunu görünce ve duyunca kendimden geçmişim, yere yığıldım.” Meseleyi anlamıştım.” Peki ne diyordu o ayette? “Gökler O’nun azametiyle üstlerinden yarılacak hale gelirler. Melekler de Rablerini övüp O’ nu tesbih ederler ve yeryüzündekilerinin bağışlanması için dua ederler. Bilin ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”    

İmam-ı Malik hazretleri Medinede bulunduğu sürece hiç ayakkabı giymedi, Peygamberimize saygısızlık olmasın, O’nu medfun olduğu topraklara ayakkabıyla basamam diye..

Kürsüde hadis dersi verirken bir akrep sokar ayağını. Dersi kesmez, bitince de talebesine bir bak şuraya der. Bakarlar ki akrep sokmuş. Neden o zaman bakmadın ki? Dediklerinde; evladım hadis okutuyordum, Resulüllahın sözlerini okuturken dersi bölersem saygısızlık olacağını düşündüm’ der.

Kürsüde devamlı ayağa kalkıyordu. Sordular neden böyle yapıyordun? Caminin önüne bir çocuk geliyordu, ben biliyorum ki o çocuk Resulüllahın sülbünden geliyor, saygımı gösteriyordum.’

Hz. Enes cildine mübarek tenine dokunurdu, kokusu ellerinden günlerce çıkmazdı.

Şamdan biat için bir adam gelir. Efendimize biat eder ve elini sıkar. Geri döner ve adam bir ömür bir daha kimsenin elini sıkmaz. Yanında arkadaşlarıyla oturmaktadır. Hemen sağında da bir çocuk oturuyor. İçmek için süt getirirler. Peygamberimiz sütü biraz içer, hemen sağdan arkadaşlarına vermek için uzatacak ama sağında ilk bir çocuk oturmaktadır. Çocuğa: Müsaade edersen diğerlerine vermek istiyorum der. Çocuk: Ya Resulelleh! Senden gelecek bir şey eğer benim kısmetimse ben kimseyi kısmetime tercih etmem’ der. Yani müsaade etme. Peygamberimiz sütü çocuğa verir o da biraz içer.

Şamlı pir-i fani bir zat. Saçları upuzundur. Rükua eğildiğinde saçları ayaklarının üzerine dökülmektedir. Sorar bu kadar uzun saçın hikmetini yaşlı zata. Anlatır yaşlı zat yaşadıklarını ve sonunda da: “sonra Allahın Resulü geldi yanıma, mübarek parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırdı, okşadı, meşhetti. Şimdi ben nasıl O’nun ellerinin değdiği bu saçları kesebilirdim ki! Ben biliyorum ki O’nun elinin değdiği yeri cehennem ateşi yakmayacaktır.!”

Dünya neye sahipse O’nun vergisidir hep. Medyun O’na cemiyyeti medyun O’na ferdi. Medyundur O masuma bütün bir beşeriyet. Ya Rarab. Mahşerde bizi bu ikrar ile haşret. Amin.

e-mail: naimozguner81@gmail.com           

Önceki ve Sonraki Yazılar