Meramları şimdi anlaşıldı

'Sivil darbe' diyorlardı da neyi murat ettiklerini anlamakta zorlanıyorduk. Meğer kast ettikleri 12 Eylül'den (1980) sonra oluşan askeri vesayet düzeninin değişmesiymiş... Meramlarının bu olduğunu CHP lideri Deniz Baykal dün partisinin grup toplantısında açık etti. Baykal'ın çarpıcı cümlesi şu: "Anayasa değişiklikleri gerçekleştiğinde sivil darbe süreci tamamlanmış olacak..."

İyi de, iktidar partisinin üzerinde mutabakat aramak üzere tartışmaya açtığı anayasa değişikliği paketinde yer alan maddeler, neredeyse bütünüyle, ülkemizi Avrupa Birliği (AB) ile demokrasi zemininde buluşturup çağdaş bir hukuk devleti haline dönüştürmeyi amaçlıyor. Memurlara grev hakkı tanıyan, tamamen keyfi alınan tek-yönlü kararları yargı denetimine açan, askerlerin anayasal düzeni bozmaya yönelik suçlarını sivil mahkemelerde yargılamayı ve darbecileri mahkeme önüne çıkartmayı öngören, partilerin kapatılması sürecini başlatmayı tek bir kişinin elinden alan maddelere, bir siyasi kadro, hangi gerekçeyle karşı çıkabilir?

Demek ki, 'sivil darbe' bugünler için pişirilmiş bir gerekçeymiş...

Yargı yoluyla demokrasinin kanallarını daraltma bizim 12 Eylül (1980) darbecilerinin icadı değildi; neredeyse bütün askeri rejimler, dünyanın dört bir tarafında, yönetimde kalıcılığı bu yolla sağlama gayretine düştü. 'Kuvvetler ayrılığı' ilkesini kendi işlerine geldiği gibi eğip bükerek...

Üç kuvvetten ikisi olan 'yürütme' ve 'yasama' halkla bir biçimde irtibatlı olmak zorunda; halkın hakemliğine başvurulduğunda 'yürütme' ve 'yasama' organlarına müdahale imkânsız hale geliyor... Üçüncü kuvvet olan 'yargı' ise varlığını siyasetten (başka bir deyişle halktan) 'bağımsız' sürdürdüğü için, darbe sonrası oluşan sistemlerin sürekliliği bu yolla mümkün oluyor.

Askeri darbeler sonrası demokrasiye dönülen Latin Amerika ülkelerinde, sivil iktidarların öncelikli işlerinden biri, yargıyı evrensel sınırları içerisine çekmek olmuştu. Acaba o ülkelerde şimdi bizdekine benzer düzenlemeler yapılırken kimsenin aklına 'sivil darbe yapıldığı' tuhaf benzetmesi gelmiş midir? Özellikle de siyasi partilerin yöneticilerinin aklına?

Eğer 12 Eylül (1980) askeri döneminin mantığını günümüze kadar taşıyan anayasa matah bir şey idiyse, CHP başta olmak üzere bütün partiler, ülkemizin öndegelen aydınları ve fikir adamları, yıllardan beri niçin 'sivil anayasa' talebini seslendirip durdu?

1989 yılında Deniz Baykal'ın da içinde yer aldığı bir kadro tarafından hazırlanan anayasa değişikliği, kapsam olarak, şimdilerde tartışmaya açılmış olan paketten çok daha kapsamlıydı. O dönemde 'askeri anayasa' yerine 'sivil anayasa' çalışması yapanlar, anayasayı biraz olsun sivilleştirmeyi amaçlayan şimdiki değişiklik paketini 'sivil darbe' olarak mahkum etme çabasındalar...

Bazıları muhalefetin anayasa değişikliği paketine karşı çıkmasını, paketin Ak Parti damgasını taşımasıyla irtibatlama eğiliminde. Yabana atılmayacak bir tespit bu; ancak tablonun bütününü açıklamaktan uzak... CHP'nin muhalefetini 'sivil darbe' gibi kavramlar arkasına sığınarak yürütmesi, niyetin aslında varolanı her halükârda korumak olduğunu açık ediyor. Yargının yetkilerini kabul edilebilir sınırlara çekmek için yapılmak istenen düzenlemelere ya da siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmaya yönelik tedbirlere CHP başka neden karşı çıksın ki?

Yüksek yargının yetkilerinin AB standartlarına çekilmesi bütün siyasi partiler açısından istenmeli değil mi? HSYK ve Anayasa Mahkemesi üye sayısının artırılması, üye seçimine TBMM'nin de karışması ne sakınca yaratır? Halkın temsilcilerinden oluşan TBMM'yi 'sakıncalı' görmek ne derece demokrat bir düşüncedir?

Önceki ve Sonraki Yazılar