Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Münakaşa Muhabbeti Bozar

Münakaşa, en az iki kişi arasında meydana gelen, kuralları olmayan, kontrolsüz tartışmadır. Münakaşada ısrar ve inat, yani kişilerin kendi doğruları vardır. Eğer taraflar münakaşa içerisinde ise muhatabın ne dediği her iki taraf için de önemli değildir.

Bir de müzakere vardır; mütalaa da diyebilirsiniz. Müzakere öğrenme ve faydalı olma çabasıdır. Münakaşa ya da daha Türkçe ifadesiyle tartışma ise galip gelme çabası... Münakaşanın-tartışmanın kazananı da olmaz. Zira ya tartışmayı kaybedersiniz ya da 'muhatabımızı...' Çünkü tartışmada ispat edilmek istenen hakikat değil, sizin iddianızdır. O halde tartışmaya giden yolları kapatmak, müzakereye giden yolu da güçlendirmek gerek...

Ancak bilen insanlar müzakere edebilir, cahil olan ise konuyu tartışmaya çeker. Muhatabı ileri sürdüğünüz düşünce değil, ‘sizsinizdir’ çünkü… Tartışmada taraflar aynı şeyi konuşmadıklarından her iki taraf da kendilerini haklı kabul eder. Doğal olarak da hiç kimse bir diğerini ikna edemez. Sevgi de artmaz, tam tersine azalır.

Yakın zamanda böyle bir durumla karşı karşıya kaldım. Ne kadar direndiysem fayda etmedi ve kendimi bir tartışmanın tarafı olarak buldum. Sonuçta kimse kimseyi ikna edemediğine ve muhabbet de artmadığına, hatta azaldığına göre müzakere değil münakaşa-tartışma yaptık anlaşılan… Konu; Kur’an İslamı-Akıl Dini…

Tabi kendimi tartışmanın içerisinde bulunca; ben de doğal olarak bir şeyler söyleme gereği hissettim. Mesela ‘Kur’an’da torunla evlenilmez diye bir hüküm yok; Kur’an eksik mi yoksa torunla evlenilebilir anlamı mı çıkar’ diye sorduğumda cevap tahmin ettiğiniz gibi geldi; Kur’an’da yoksa dinde de yoktur. Oysa torunla evlenilemeyeceği Kur’an dışındaki kaynaklardan biliniyor. Eğer edille-i şer'iyyeyi kabul etmezseniz torununuzla da evlenebilirsiniz, eşek eti de yiyebilirsiniz. Zira bunlar edille-i şer'iyyenin birinci sıradaki kaynağında yasak-haram olarak geçmez.

Sormadım ama eminim ki bazı faiz türlerinin alınıp-verilmesini de haram kapsamında saymamak gerekir bu mantıktan... Çünkü faizin bazı türleri Kur’an’da geçmiyor ve Efendimizin sözleriyle haram kapsamına alınmıştır. Bu anlayıştan hareket edildiğinde Allah Rasulünün böyle bir yetkisi olamayacağından (!) haram da olmaması gerekir.

Aynı eminlikle imanın şartının beş olduğunu da iddia etti. Kader yok ya (!...). Kendisine Kader Risalesinin müsteşrik Hellmut Ritter tarafından 1300 sene sonra bulunduğunu hatırlattığımda bundan haberi olmadığı izlenimi edindim. Nitekim bu kaynak (Kader Risalesi) sağda-solda bulunmuş, kimi yerleri okunamayan, kimi sayfaları olmayan, nihayetinde tabiinin büyüklerinden olsa da (Hasan Basri Hazretleri) peygamber sözü olmayan bir derlemedir. Bu kaynağı esas aldığını iddia edip çarpıtarak anlatan zevatın (Hellmut Ritter ve M.İ) iyi niyetli de olmayan yorumlarını referans aldığı anlaşılıyordu. Oysa itibar ettiği zat mütevatir ve meşhur bir hadis olan Cibril hadisini sulandırırken, diğer rivayetleri hiç dikkate almamakta, kaderle ilgili Kur'an’daki diğer ayetlere başka manalar vermektedir. Bunları da hatırlattım kendisine… Ama tabii ki de nafile…

Üç yüz yıl sonra derlenen kitap dediği hadis kitaplarını zihninde itibarsızlaştırırken, 1300 yıl sonra asıl vazifesi de dini bozmak olan bir müsteşrikin beyanını esas aldığının farkında bile olmadığını gözlemledim. Oysa hadisler geç tedvin edilse de bir kısmının yazılmasına zaten izin verilmiş, diğer bir kısmı da zihinlerde muhafaza edilmiştir. Nitekim Kur'an da aynı yolla bize intikal etmiştir. Sadece çok daha erken tedvin edilmiş ve bir o kadar da mütevatirdir. O da geç tedvin edilip, hafızlar vasıtasıyla günümüze ulaşsaydı onu da mı kabul etmeyecektik.

Dinin metafizik olduğunu, uydurulmuş olabilecek hadislerin beş duyu dışında da anlaşılabileceğini, keşif diye bir ilmin olduğunu, Hz. Musa-Hızır kıssasındaki zahiri anormallikleri hatırlatmamın hiç faydası olmadı. Ayrıca da ona göre herkesçe anlaşılabilir kitap olan Kur’an’da geçen huruf-u mukaddaadan verdiğim örneklere anlam veremedi.

‘Hesap gününde her kişinin amel defterini boynuna bağladık, (….) oku amel defterini bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter’ (17/13-14) anlamındaki ayetlere, itibar ettiği zat tarafından verilen ve esasen kaderi reddeden mana, ki Yaşar Nuri Öztürk de dahil böyle mana veren yok, hatırlatmalarım arasında idi. Kendisine ısrarla Bakara 108'deki peygamberleri itibarsızlaştırılmasını küfürle ilişkilendiren ayeti diğer destekleyici bilgilerle sunduğumda hiç anlamadığını farkettim. Kim bilir belki de Allah nezdinde aynı Surenin ilk ayetlerinde geçen kör, sağır ya da diğer rivayetlerdeki kalbî mühürlü sınıfına dahil olmuştur.

Bakın ne diyor ayet: 'Yoksa (ey müslümanlar), vaktiyle Musa (’yı sorguya çektikleri) gibi, (siz de) peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, muhakkak (o) dosdoğru yoldan sapmış olur.' Ayette Yahudilerin içerisinde bulundukları durumu küfürle ilişkilendirilmişlerdir.

Kendisine örnek aldığı zatın ‘dindarlığını Allah’a göster bana insanlığın lazım!’ cümlesindeki sinsiliği de izah etmeye çalıştım ama, bana konuşma fırsatı vermediğinden, yani insanlığını gösteremediğinden izah edemedim tabii... Fırsat varken burada izah etmeye çalışayım.

Öncelikle dindarlık gösterilecek bir şey değildir. Allah görür zaten… Başkasına ‘gösterilen kısım’ ise dindarlıkla ilgili olamayacağı gibi, İslam kişinin ‘insan’ olma alanını da düzenler. Tamamlanmış dinde insanlık kısmını eksik bırakılmış (!) olamaz değil mi… Bilinçaltına yerleşmiş seküler, dolayısıyla da din dışı algı cümlede nasıl da ustaca (ya da cahilce) kutsanıyor oysa… Takipçiler bu süslü sözlerin künhüne de vakıf olsa keşke...

Öyle ya; din ayrı devlet ayrı (!...). Bu bilginin sıradan insanın bilinçaltına kazılalı hayli zaman oldu. Bir de din ayrı insanlık ayrı anlaşılan... Dini insanlıktan ayırdıktan sonra bir de dinimizi dindarlığımızı Allah'a göstereceğiz... Sosyal hayatı ilgilendiren tarafı yok (!) yani… Veya Allah’ın Dininin öğretisi insanlık alanını pas geçtiğinden (!) insanlığı başka bir yerden öğreneceğiz ve size göstereceğiz. Bu elbette dinsel değil seküler bir duruştur. Seküler felsefe Allah’ı sosyal hayatın dışında tuttuğuna göre siz nerede oluyorsunuz bu durumda…

Aynı şahsın dini itibarsızlaştıran Kemal Sunal'a yaptığı övgüleri hatırlattığımda ise bunun bir hata olduğunu kabul ederek geçiştirmeye çalıştı. Kendisine bunun bir hata değil, dine yaklaşımdaki çarpıklığa işaret ettiğini hatırlatmama rağmen ikna etmek mümkün olmadı pek tabii olarak…

Yine kendisine namazın Kur’an’da 3 vakit sayıldığını hatırlattığımda beş dedi ama delillendirmedi. (Not: Namazın beş vakit olduğu tartışmalı değildir. Tartışanlar iyi niyetli değildir. Efendimiz esas alınmazsa düşülecek çelişki için örnek babından söylüyorum bunu...) Tartışmayı ısrarla kapatmak istememe ve bir sonuç vermeyeceğini hatırlatmama rağmen devam ettirmek istedi. Sonuç da vermedi zaten... Ben de kendisine hakikatin ortaya çıkmasından önce inşaallah hala yaşıyor olabilmesini temenni ettiğimi bildirerek bitirdim.

Doğrusu ortaokul-lise döneminden tanıdığım, üzerimde hakkı da olan bu arkadaşın buralara savrulması ile ilgili olarak ‘acaba nasıl bir günah işledi de Allah hakikati kendisinden gizledi’ diye de düşünmeden edemedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum