Engin YİĞİTOĞLU

Engin YİĞİTOĞLU

OLGUNLUK YOKTUR, KABULLENMEK VARDIR

“Akıl, yaşta değil baştadır.” derler. Aslında akıldan kasıt; anlamak, kavramak ve teslim olmaktır. Yani kısacası, hayatı olduğu gibi kabullenmektir.

Kimi yetişkin insanlar neden ergenliklerine, hatta çocukluk dönemlerine özlem duyup o günlere geri dönmek isterler? Çünkü yetişkinlik, hayat denen yolculukta belli bir birikime erişmişlik seviyesidir. Bu birikim ise çoğu zaman acıdan, zorluktan ve huzursuzluktan başka bir şey değildir. Oysa çocukluk veya ergenlik, hiçbir şeyin önüne arkasına bakmadan eğlenme, mutlu olma ve yaşamdan haz duyma evresidir. Aklın beş karış havada olduğu, uslanmak (akıllanmak) nedir bilinmediği, kanın deli taylar gibi daha hızlı ve sıcak aktığı bir evre.

Damardaki bu deli kan; dağları yerinden oynatıp oyabileceğine, denizleri yarıp kurutabileceğine, gökkubbeyitutup yere çalabileceğine inandığı için hayatın hakikatlerini görmekten, duymaktan ve kabullenmekten uzaktır. İşte insan ne zaman ki bu hakikatlere gözünü açmaya başlar, o vakit olgunluk dedikleri yetişkinlik seviyesine geçiş evresi başlamış olur. Dolayısıyla bu kavrayışın, bu kabullenmenin, bir ırmak misali gürül gürül akıp uzayıp giden takvim yapraklarından bağımsız bir hâl olduğunu da iyi anlamak gerekir.

Peyami Safa, “Zaman insanları değil armutları olgunlaştırır. Tecrübe yaşlandıkça değil, yaşadıkça kazanılır.” diyerek çok yerinde bir tespitte bulunmuştur. Gerçi bana göre armudun kısacık ömrü içerisinde geçirdiği bu evrenin adı da olgunluk değildir; keza bu da bir bakıma kabulleniştir.

Ateşin gücünü kabul eden demir gibi…
Suyun gücünü kabul eden toprak gibi…
Güneşin gücünü kabul eden armut özelinde tüm meyve ve sebzeler gibi…
Atmosferin gücünü kabul ederek boynunu büken ayçiçeği, tohumdaki patlamayla bendini-duvarını paramparça eden bir gülce gibi…

Anlaşılacağı gibi, sebze ve meyvelerin de çiçeklerin de bir hamlık, yani deyim yerindeyse toyluk evreleri vardır. Bu dönemde daldaki bu yemişin neredeyse taştan bir farkı yoktur. Tıpkı onun gibi, kendine hiçbir şeyin işlemeyeceğini zanneder. Oysa güneş ve hava, her an yüzeyindeki zarı zayıflatmakta, derine doğru nüfuz etmektedir. Diğer taraftan, köklerden gövdeye; gövdeden dallara ve tabii yemişin çekirdeğine dek uzanarak her daim hücum eden bir su yolu vardır. Yine bunların yanında zararlı bakteriler ve parazitler de cabasıdır. Tüm bu faktörler kaleyi içten ve dıştan elbirliğiyle düşürdükleri an, yemiş artık teslim olma noktasına gelmiş demektir. Yani güneşin, suyun ve havanın gücünü tam anlamıyla kavramış ve bu durumu kabullenerek çaresiz boyun bükmüştür.

En nihayetinde tüm bu hakikatleri anlayıp, kavrayıp Tek Mutlak Gücü kabul eden ve teslim olan çatısı uçmuş bir akıl gibi!

“Çatısı uçmuş” derken, yuvası yağmalanmışları da anmamak olmaz. Zira şairin dediği gibi: “Filistin’de her doğan yeni çocuk ilkin annesinin göğsüne, sonra da yerdeki taşlara uzanırlar.” Yani tıpkı “Şımaracak kimsen olmayınca hayat seni kocaman bir adama çevirir.” denildiği gibi, coğrafyanın da bir kader olduğunu daha o yaşta idrak eder ve gelen her neyse kabul edip ona göre yaşar, ona göre savaşır ve ona göre de tüm bu Gücün Gerçek Sahibi’ne tam bir teslimiyetle kavuşurlar.

Vesselâm…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.