RAKKASE ANARKALİ

Sevmek iradi midir? Sevmemek insanın elinde midir? ‘Şimdi seviyorum; şimdi aşık oluyorum’ diyebilir mi insan? Seven ve ya aşık olan bilse ki çok azap çekecek, sevmeyi hiç tercih eder miydi? “Zor dostum zor, sevilmeden sevmek;” “Sevenin halinden, sevenler anlar, gel gör şu halimi bir teselli ver!” İçinden yananın dışa vurmuş halidir bu sözler.

Hele bir kalbe düştü mü, herkesi esirine alır. Büyük küçük, zengin fakir dinlemez. Büyükler içine atar ama içinden atamaz. Küçükler ise ortalığı ayağa kaldırır. Duymayan ve duyurmadığı kimse kalmaz.

Cihangir hanlığının genç prensi Salim Şah da böylesi büyük bir aşka tutulmuştu rakkase olan Anarkali’ye. Aşık olmuştu rakkaseye. Babası tarafından reddedilmişti bu aşk, genç prensin!

Ol rivayet ki sarayda tertip edilen sazlı sözlü meşkli bir gecede görmüştü rakkase Anarkali’yi genç prens! Sazendeler eşliğinde, diğer güzel kadınların arasında dans etmektedir genç Anarkali. Genç prensin çok dikkatini çeker hareketleri, dansı, fiziği ve oynaması! Beline kadar uzanan düz uzun saçları, ayrı bir güzellik katar genç rakkaseye. Genç prens hayran kalır.

Bazı bakışları vardı kadının, ruhunun güzelliğini ele verir. Bazı bakışlar da vardır, mızrak gibidir, kendine bakanın kalbine saplayıverir. Aracıya vasıtaya gerek yoktur. Anarkali’nin bakışları işte bu mızrak türündendir, kendini hayran hayran seyreden genç prensin kalbine çoktan saplamıştır bakış mızrağını.

Genç prensin, Anarkali’ye olan aşkı büyümektedir günden güne. Tek bir düşüncesi vardır, o da Anarkali yi görebilmek ve konuşabilmektir. Artık fırsat ve zaman kollamaktadır. Genç Prens Salim Şah, gönlünü kaptırdığı bu güzel rakkaseyle evlenmeye karar verir. Her yüksekte ki olanlar için geçerli olan aşk engeli, Salim Şah için de engel teşkil etmişti. Zira o bir prens, Anarkali ise, halktan sıradan bir vatandaş. Hem de rakkase. Yasalar bu evliliğe izin vermezdi. Davul bile dengi dengini olması gerekirdi.

Genç Prens Salim Şah, bir umutla babası Han Akbar’ın huzuruna çıkar ve Anarkali ile evlenme isteğini dile getirir. Bu teklifi hakaret kabul eden babası, oğlunu huzurundan kovar. Üstelik rakkaseyi bir daha görememe yasağını da getirir. Aşk ve sevda yasak tanır mı bilinmez, ama babasının koyduğu bu yasak, Salim Şahın sevgisine engel olamadı. Aksine gittikçe daha da büyüdü. Güzel rakkase Anarkali’nin gönlü de Salim Şaha düşmüştü. Ama o da çaresiz ve suskundu. Zor olan sevda, karşılıksız olanıydı.

Bunların bu sevdasını halktan bilmeyen kalmamıştı. Herkes duymuştu. Bu durumdan da baba Han Akbar, çok rahatsız olmuştu. Oğlunu çağırdı, ne kadar tehditler yaptıysa da, yasaklar koyduysa da engel olamadı. Zira aşk engel tanımazdı. Bütün yasaklardan güçlüydü.

Baba Han Akbar, durumdan çok ciddi rahatsız olduğundan, kendi eliyle bu aşka engel olmaya karar verdi. Çünkü oğluyla baş edemeyeceğine karar verdi. Ama babanın kararı da çok zalimceydi. Şehrin ortasında, penceresiz, dört duvarı olan bir oda yaptırır. Rakkase Anarkali’yi tutuklatarak bu dar odaya hapsettirir. Tek giriş kapısını da tuğlalarla ördürtüp sıvatarak kapatır. Bu aşka ancak böyle zalimane bir tedbirle engel olabileceğine inanır. Boşuna demedik ‘sevenin halinden sevenler anlar.’ Mecnunun halinden, Leyla’sı olan anlar. Leylan yoksa ne anlarsın Mecnunun halinden!

Zavallı Anarkali, saf ve temiz sevgisinin kurbanı oluyordu artık. Babasının zalimliğini duyan Salim Şah, ne yapacağını bilemeden Anarkali’nin hapsedilip kapatıldığı tek odalı binayı bulur, eline geçirdiği bütün imkanlarla, kapısını duvarını yakmaya kırmaya başlar. Sevdiği kadını babasının zulmünden kurtarabilmek için kanlı gözyaşlarını döker. Ne çare ki ne binayı ne de duvarı yıkabilir Salim Şah. Öyle mukavemetli yaptırmıştır Zalim babası Han Akbar. Prens, ne yaptıysa da odayı yıkamamıştır, çaresiz hücrenin önüne yığılıverir. İçeri de sevdalısı, aşkı Anarkali, dışarıda duvarın dibinde kendisi. Her ikisi de sonraki günlerini hücrenin, biri içinde diğeri dışında geçirecekti. Şehir halkının da ellerinden, ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Prens Salim Şah, güzel Anarkali’nin göz göre göre ölmesine razı olmadığından, sevdasından vazgeçtiğini babasına söylemesine rağmen, hain, gaddar, zalim baba, merhamete gelmez, insafa gelip Anarkali’yi affetmez.

Halk beklemekten ve korkudan yavaş yavaş ölüm hücresini terk etmeye başlar, fakat mecnuna dönen Salim Şah, sevdiğinin yanında, kapısında beklemeye devam eder. Saçı sakalı karışmış vaziyette, sevdiğinin hücresinin duvarının dibinde çaresiz belemektedir. Sonbahar geçer, ardından gelen kış da geçer, bahar gelir, Prens Salim Şah, hücrenin duvarına başını yaslamış, birazdan olacaklardan habersiz yas tutmaktadır. O sırada duvarın içinden bir kıpırtı hisseder. Birazdan bakar ki, duvarın hafiften çatladığını, taşın içinden ince zarif bir dalın filizlendiğini görür. Ardından yeni yeni filizlerin çıktığını da görür. Bu durumu duyan halk ta hücreye yavaş yavaş gelip, etrafında toplanmaya başlarlar.

Ertesi sabah hücrenin önüne gelen halk, duvarın baştan başa kırmızı nar çiçekleriyle kaplı olduğunu görür. Bir gecede bütün narçiçekleri açmıştır. O sırada hayranlık uyandıran bu güzelliğini ardından Prensi fark eder halk. Aylar boyunca Anarkali’sinin öldüğünü bile bile oracıkta bekleyen Prens, duvara yaslanmış vaziyette, yüzünde mutluluk ifadesi ruhunu teslim etmiştir.  Narçiçeklerinin arasında sevdiğinin yanına göçmüştür. Salim Şahın ve Anarkali’ ölümüne şahit olan halk, bunların aşkını nesilden nesile aktararak, nar kırmızısı çiçeğin, rengini bu aşktan aldığını söylerler.

Bu efsaneyi dinleyen Feyzi Halıcı, ilhamla öyle bir şiir yazar ki, Çinuçen Tanrıkorur udunu alıp dört kıt’a olarak bestelediğinde, bu aziz aşkı hatırlatan bir şaheser ortaya çıkar.

Şavkıması sana doğru yolların
Sana doğru denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım narçiçeğim sevdiğim


Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim
Bu göğüs kim, ya bu gözler, bu saçlar
Uzak bir özlemde ayak seslerin
Günaydınım narçiçeğim sevdiğim


Bu yıldızlar doğan günü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını
Günaydınım narçiçeğim sevdiğim


Vurdum tellerine seni sazımın
Sende anahtarı alın yazımın
Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma
Günaydınım narçiçeğim sevdiğim

TÂRİH
İki gün vardı Haziran ayının bitmesine
Cinuçen Tanrıkorur göçtü bekâ âlemine
İki bin tarihi, destanını yazmış gidiyor
Bu kadar çok sevilen insanın efsanesine

28/06/2000 Ümit Gürelman

Beste: Cinuçen Tanrıkorur 
Makam: Kürdilihicazkar
Süre: 05:27

https://www.youtube.com/watch?v=6witAvtSsyM

 

Önceki ve Sonraki Yazılar