Siyasetten ve siyasilerden beklenen

Umarım siyasilerin 'başörtüsü' konulu buluşmaları üniversitelerdeki 'bahar havası'nı bozmaz.

Böyle bir temenniyle yazıya başlamam, 'başörtüsü' ile ilgili kişisel tarihim yüzünden... 12 Eylül (1980) darbesi sonrasında yönetimi üstlenen askerlerin, Türkiye'yi sürekli kendi çizdikleri sınırlar içinde tutma hevesinin en belirgin girişimleri etkilerini günümüzde de sürdürüyor ve onları tasfiye girişimleri her zaman başarılı olmuyor.

Hatırlatayım...

Görevlerini ANAP'a devretmeden önce aldıkları bir dizi kararla günümüze içinden çıkılmaz bir 'Kıbrıs sorunu' miras bırakmış oldu askerler...

'Kürtçe konuşma yasağı' da onların eseri; 25 yıldır PKK sorunuyla başetmeye çalışıyor isek, bunun temelinde, durduk yerde koydukları o yasak ile Diyarbakır Cezaevi'nde uygulattıkları işkence gerçeği yatıyor...

Alevi vatandaşların sıkıntılarının kaynağını teşkil eden 'zorunlu dindersi' uygulamasını başlatan da 12 Eylül cuntasıdır. Alevi çocuklarını Sünni İslâm'la tanıştırırken, 'Sünni İslâm'ın sınırlarını çizme amaçlı bir dizi tedbiri de ihmal etmedi askerler.

'Başörtüsü yasağı' ise Bülent Ulusu'nun başbakan olarak çıkardığı kıyafet genelgesinin askerler tarafından oluşturulmuş YÖK tarafından üniversiteleri de kapsayacak biçimde yaygınlaştırılmasının sonucudur.

Türkiye 12 Eylül (1980) darbesinin pek çok alandaki mirasını 12 Eylül (2010) günü yapılan halkoylamasıyla sandığa gömdü; 12 Eylülcüler ile hesaplaşmayı öngören bir madde de var kabul edilen anayasa değişikliği paketinde. Üniversitelerde uygulanan 'başörtüsü yasağı' da tarihe karışırsa 12 Eylül'le üzerimize geçirilen deli gömleği biraz daha gevşemiş olacak.

Üzerinde tartışılan dikenli konuların askeri darbelerle ilişkisini kimseler fazla sorgulamadığı ve daha da garibi Kürtler'den Aleviler'e kadar bütün sorunlu toplum kesitleri de yaşanan sıkıntıların bu boyutunu göz ardı ettikleri için, 12 Eylül gerçeğini ne kadar vurgulasak azdır.

12 Eylül (1980) ülkeyi içine kapatarak dönüştürme projesiydi; dünyaya açılan, bölgesinde iddialı bugünkü Türkiye, o yanlış projenin bütün unsurlarını yeniden gözden geçirip günümüz gerçeklerine ters düşenleriyle yolunu derhal ayırmak zorunda.

Bu değişim ve dönüşümü, hem yaşları hem de o zamanki konumları gereği 12 Eylül (1980) ile şahsi bir hesapları bulunmayan Ak Parti kadrosunun üstlenmesi, darbeden en fazla ve olumsuz etkilenmiş CHP ile MHP kadrolarının ise yapılmak istenen değişimlere karşı çıkması, ülkemiz siyasetinin en büyük çelişkisidir.

Destekçi kitlelerinin de artık fark etmeye başladığı bu çelişkiyi ortadan kaldırma fırsatı 'başörtüsü yasağı' ile ilgili tutumları olabilir. Özellikle de CHP için...

Yasağı hep savunarak 12 Eylül projesinin önemli bir unsuruna sahip çıktığı gibi, üstüne üstlük, belleklerde henüz taze olan bir başka askeri müdahalenin zorlamalarıyla da kendini özdeşleştirdi CHP. Son seçimde, kariyerlerini üniversitelerde başörtüsü yasağının sürdürülmesi çabasıyla yapmış bazılarını Meclis'e taşıyarak, CHP, 28 Şubat'la birebir irtibatın kendiliğinden kurulmasına zemin hazırladı. Yeni liderin yumuşamasına en büyük direniş 28 Şubatçı CHP'lilerden geliyorsa, bu, hiç sürpriz değil.

Onlara rağmen yasakların kaldırılmasından yana tavır alırsa Kemal Kılıçdaroğlu, hem liderliğini güçlendirecek, hem de altı ay sonra oy isteyeceği seçmenler karşısında kendisini rahat hissedecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar