Suç ekonomisi 8 milyar mı, 85 milyar mı?

Merkez Bankası’nın bir önceki duruşundan çok çabuk ve çok süratli bir dönüş yaparak, ince ve zor dengelerdeki ağsız trapezi andıran kararlarına bakarken, aklıma 1646’da Rouen’da doğup 1710 yılında ölen, modern iktisadın öncülerinden Pierre Le Pesant de Boisguilbert geldi.

Fiziki üretimi simgeleyen ‘reel ekonomi’ ile üretilen malları satın almaya yarayan ‘parasal ekonomi’ ayrımını ilk yapan ve iktisat literatürüne armağan eden Boisguilbert’dir...

***

Dün de dünya piyasaları yeni çağ depremiyle çalkalanıp duruyordu... İnsan beyninin yaratıcılığının diğer tüm üretim faktörlerinden çok daha büyük zenginlik doğurduğu yeni bir döneme sancısız ve bir anda geçmek tabii ki kolay olmuyor. Yeni dönemin tılsımı, yeni buluşlar ve rekabette ön almak... Bu noktalarda zafiyetleri aşmak için siyasal iktidarın çok olumlu gayretleri olsa da mevcut konumumuz pek parlak gözükmüyor. Dünya rekabet sıralamasında 61’inci sıradayız ve ekonomideki en temel hedef bu sırayı süratle çok yukarı çekmek olmalı, gerisi laf-ı güzaf...  Bu da tabii ki sadece Merkez Bankası’nın gayretiyle olacak iş değil.

***

Ekonomiyi tartıştığımız şu günlerde, bence günlerce manşet olması gerektiği halde üzerinde fazla durulmayan, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası İSMMMO’nun ‘Suç Ekonomisinin Türkiye Bilançosu’ adlı raporunu sürekli gündemde tutmak gerek. İSMMMO’nun, Emniyet Genel Müdürlüğü Faaliyet Raporu verileri ile Birleşmiş Milletler ve OECD suç istatistikleri üzerinden yaptığı araştırmaya göre, ‘suç ekonomisi’ asıl olarak doğrudan suçla elde edilen ‘kriminal sektör’ ve kaçakçılığa dayanan ‘illegal sektör’den oluşuyor. İllegal sektörü, yasalara aykırı üretim ve dağıtım, kriminal sektörü ise doğrudan suça dayanan yüksek riskli ve karlı girişimler oluşturuyor. Araştırmaya göre, 2010 yılında 27 kalemde Türkiye’de yasadışı faaliyetlerde oluşan ciro en az 8 milyar, elde edilen net kazanç ise 3 milyar 250 milyon lira oldu.

Ne var ki...

Emniyet kaynakları, uluslararası suç trafiği ve dünya suç ortalamaları resmi istatistiklerine göre yakalananın en az 5, çoğunlukla da 10 katı kaçakçılık olduğunun kabul gördüğünü kaydediyor. Örneğin, en çok suç gelirinin fuhuş ve eroinde olduğu belirtilen raporda, 2010 yılında yakalanan 12 ton eroin baz alındığında, tahmini yılda 60 ile 120 ton arasında eroinin Türkiye’den kaçak olarak geçtiği vurgulanıyor.

***

Ekonomide reel ekonomi ve yapısal sorunların fazlasıyla pas geçilmesinden huzursuzlanan biri olarak dün ekonomi dünyasının çalkantılarını izlerken, Metin Münir’in ‘neden Türkiye’yi soyanların telefonları dinlenmiyor’ başlıklı çarpıcı ve sarsıcı yazısına rastladım...

“Nedense, devleti soyanların telefonları dinlenmiyor. Oysa Türkiye sivil asker devasa yolsuzlukların ülkesidir. Yolsuzluk ölçen uluslararası kuruluşların endekslerinde çok berbat ülkelerle birlikte alt sıralardayız ve buraya Japon yapıştırıcısı ile tutturulmuş gibiyiz. Yukarılara, Singapur, Norveç gibi ülkelere doğru bir yükseliş yok. Bundan çıkan anlam şudur: İktidara kim gelirse gelsin yolsuzluk azalmadan, aynı düzeyde devam eder. 

...Bir süre önce büyük bir yolsuzluk olayını araştırırken üst düzey bir yetkiliden şöyle bir not almıştım: ‘Türkiye de yolsuzluğun büyüklüğü herhalde milli gelirin %10’undan aşağı değildir. Ergenekonlar, kontrgerillalar, istihbarat savaşları bu büyük miktardan pay alma kavgasıdır. Keşke savcı(lar) olay(lar)ı bu boyutu ile soruşturma görüş ve imkânına sahip olsa idi.’

Türkiye’nin milli geliri 850 milyar dolar civarındadır. Bunun yüzde onu 85 milyar dolar eder. Bu her yıl birilerinin cebine haksız kazanç olarak akan paradır. Az değil. Milli geliri 90 milyar doların altında olan yüzden fazla ülke var dünyada. Geçen gün, Ergenekon iddianamesini karıştırırken, ünlü bir işadamı ile iki orgeneralin bir ihalede doksan milyon dolarlık bir işi yüz elli milyona yaptırıp aradaki altmış milyon doları paylaştıklarına dair bir iddiaya rastladım. Ama ne askerler ne de işadamı kovuşturulmuştu.”

***

Merkez Bankası güç olanı başarıp, birbiriyle çelişen noktaları bir denge içinde tutmaya çalışırken, bizler de ‘reel ekonominin’ niteliğini ve onun zıplamasını engelleyen ‘yapısal sorunları’ tartışsak... Siyasetin egemenliğindeki kıyıdan uzaklaşıp, açıklardaki beyinsel dünyaların diplerine doğru kulaç atsak...

Önceki ve Sonraki Yazılar