Dr.Mehmet BOZKURT

Dr.Mehmet BOZKURT

TARİKATLAR VE CEMAATLARDA YAPILAN YANLIŞLAR(1)

Tarikatlar ve cemaatler günümüzde toplumun büyük bir kesimi tarafından doğru veya yanlış haklı haksız eleştirilmektedir. Bu eleştiriler bugünün meselesi olmayıp geçmişten bugüne gelen bir süreçtir. Tarikatlar ve cemaatlar aynı zamanda tarihi ve toplumsal bir gerçek bir vakıadırlar. Bu nedenle bu konuyu değerlendirir irdelerken önyargısız olarak konuya yaklaşmak gerekiyor.

Yazıya başlarken ilkin cemaat ve tarikatlar hakkında biraz bilgi paylaşalım.

Cemaat denince aynı inanç ve düşünce ve dünya görüşü etrafında toplanmış insanlar grubu anlaşılır. Tarikat da gene cemaat olup bir silsileye mensup alim ve kamilinsanlara bağlı insanlar topluluğudur. Bu tanıma göre Nurculuk bir cemaattir, ama tarikat değildir. Nakşibendilik, Kadirilik bir tarikattır. Çünkü bunlarda silsile vardır. Nakşibendilik Hz. Ebubekir RA Efendimize nisbet edilen ve Şahı Nakşibend Muhammed BehaeddinBuhari Hazretlerinin isimlendirdiği ve silsile yoluyla bugüne kadar kamil alimler tarafından devam ettirilen irşad halkalarıdır. Aynı şekilde Kadirilik de nisbet olarak Hz. Ali Kerremallahü veche Efendimize dayandırılan ve Abdülkadiri Geylani Hazretlerinden ismini alan ve silsile yolu ile devam eden insanları irşat halkaları grupları yani cemaatleridir. Bütün tarikatlar böyle silsile yolu ile tarih boyunca gelen cemaatlerdir. Ama buna karşılık Nurculuk bir tarikat değildir. Bediüzzaman Saidi Nursinin kurduğu fakat silsilenin bulunmadığı bir cemaattir. Cemaatin lideri vardır fakat silsile değildir. Türkiye’de ve İslam aleminde tarih boyunca tarikatlar ve cemaatler içtimai (sosyolojik) bir gerçek olarak var olmuş ve insanları irşat etmiş doğru yola iletmiş İslam’ı yaşamayı öğretmişlerdir. Tarikat ve cemaatlerin asıl gayesi bağlılarının İslam’ı daha iyi yaşamasını Allah’ın rızasını kazanmasını, peygamberimizin yolundan sapmamasını nefsini ıslah edip iyi ahlak sahibi olmasını sağlamak için yapılan çalışmalardır. İslam aleminde başlıca sahih tarikatlar Nakşibendiye, Kadiriye Mevleviye, Sühreverdiye ve Çeştiyyedir. Ayrıca Bektaşilik Şazeli ve Kuzey AfrikadaSunusilik gibi tarikatlar da vardır. Bir de bu tarikatların alt kolları vardır. Kafkasyada Şeyh Şamilin temsil ettiği Nakşibendiliğe bağlı Müridizm, Mevlana HalidiBağdadiden başlayan Halidiye kolu halen Süleyman Efendinin kurucusu olduğu Süleymancılık Nakşiliğin altkollarıdır. Bektaşilik Osmanlı Devletinde ve orduda hakimbir tarikattı. Her tarikatta veya her dergahta irşad ve terbiyede farklı usuller vardır. Bazıları nefis terbiyesine riyazete bazıları zikre önem verir.

Bu girişten sonra tarih boyunca ve halen bütün İslam coğrafyasında içtimai (sosyolojik) bir gerçek olan tarikatlar hakkında var olan önyargıları önce tahlil etmekte fayda görüyorum. Sonra da tarikat ve cemaat mensupları arasında rastladığımız yanlışları irdelemek istiyorum.

Tarikatlar hakkında ön yargılar başlıca şunlardır:

Peygamberimiz zamanında tarikat tasavvuf yoktu.

Tasavvuf anlayışında Yunan Hint İran tesiri vardır.

Rabıta şirktir. Şeyhe ölünün yıkayıcıya teslim olması gibi itaat şirktir. Tasavvuf insanları miskinleştirir tembelleştirir. Bu zaman tasavvuf zamanı değildir. İmanı kurtarma zamanıdır. Bu ve buna benzer eleştiriler tarih boyunca da günümüzde de mevcuttur.

Tarikatların konusu olan tasavvufla ilgili önce Merhum Es’ad Coşan (rh a) Hocamızla yapılan bir mülakattan bazı alıntıları paylaşmak istiyorum. Bu mülakatta tasavvufla ilgili olan ayeti kerimeler de verilmektedir. Bu mülakatta ayrıca tasavvuf ve tarikatlara yönelik eleştirilere karşı cevapları bulabilirsiniz. Ben bu yazıda bazı önyargılara kısmen temas edeceğim.

Tasavvufla ilgili ayeti kerimeler:

Cinleri ve insanları başka şeyler için değil ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ez-Zariyat :56

‘’O Allahü teala’dır, hanginiz daha iyi amel işleyecek, diye size bu hayatı bahşeden, ölümü ve hayatı yaratandır’’ Mülk S:2

‘’Allah’ı unutanlardan olmayınız, unutanlar gibi olmayınız.’’ Haşr :19

Allah’ı unutmamak, daima hatırda tutmak işte bunu sağlamak için Kur’an-ı Kerim’in tavsiyeleri var:

“Sabah, akşam Allah’ın ismini yad et, an.” “Allah-ı çok anınız ve O’nu sabah-akşam tesbih eyleyiniz...” (El-Ahzab33/41-42)

“Allah’tan nasıl korkmak lazımsa o şekilde korkunuz, çekininiz, ne yapıp yapıp muhakkak Müslüman olarak ölünüz.” (Al-i İmran-3/102).

“Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz, sakınınız, çekininiz, takva ehli olunuz ve kişi, şimdiden, o tarafa ne gönderdiğine baksın.› “Allah, sizin yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır, her yaptığınızı bilmektedir”, (El-haşr 59/18)

“Kim nefsini temizleyebilmişse, tezkiye edebilmişse, o felah bulmuştur. Kim ki bu işi başaramamışsa o da hüsrana uğramıştır, çok pişmanlık duyacak bir duruma düşmüştür.” (Eş-şems 91/9-10) buyurularak, kalbi, batını temizlemenin ehemmiyeti anlatılıyor.

Hadisi Şerif: “Küçük cihattan geldiniz, büyük cihat sizi bekliyor...” şeklindeki “kişinin nefsiyle çarpışmasını” büyük cihat olarak anlatan, nefis arzularına karşı çıkmak gerektiğini, onu dizginlemek, frenlemek gerektiğini anlatan hadisler gibi... deliller, tasavvufun İslami temele dayalı olduğunu açıkça göstermektedir. Bütün bunlar hiçbir dış tesire; Hint, İran, Yunan tesirine hacet bırakmadan, iman etmiş kimseyi, Allah’ı daha iyi tanımaya yöneltecek emirlerdir. İnsanı, kendi içini tezkiye etmeye yöneltecek emirlerdir.

O halde, tasavvufun menşeini İran’da aramak, Yunan’da, Hint’te aramak, Hıristiyanlıktan geçmiş gibi göstermek vakıalara, gerçeklere uygun değildir. İslam’ın kendi öz gelişmesini, kendi içindeki ruhi hayatını tanımamaktan doğmaktadır. Belki de İslam’ı kendi özgü değerlerden mahrum bırakarak, onu küçültmek gayesini taşımaktadır. Her şey, “ordan alınmış, burdan alınmış diyerek”, İslamiyetisanki derleme-toplama bir şeymiş gibi göstermek, küçük düşürücü, sinsi, müsteşrikce bir gayret olmaktadır.

Bizzat, tasavvufu anlatan mutasavvıflar vardır. Bunlar, bir noktaya özellikle parmak basarlar; “Tasavvuf söz değil; haldir.” derler. Bu ifade gereğince tasavvuf, bir “hal” olunca, adı olsun olmasın, o “hal” ta Hz. Peygamber zamanında Ashab-ı Kiram’ın üzerinde de mevcuttur. Hz. Peygamber, mutasavvıfların da sultanı idi. Hz. Peygamber, hayatı boyunca, tevazu ile, ibadete düşkünlüğü ile, hadiseler karşısında davranışlarıyla bu hayat tarzının en güzel bir örneğiydi.

Resulullah efendimize gelen ilk ayet-i kerimelerde, gece kalkmak emrediliyor. İkra, Müddessir, Müzemmil sureleri ilk inen surelerdir. Müzemmil suresinde gece ibadeti, derhal tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamberin kendisi ve ashabı, fiilen geceleri kalkıp Allah’ı tazarru ve niyazla, geceyi ihya etmişlerdir. Zaten peygamberlikten önce Hıra Mağarası’na çekilerek ibadet ettiğini biliyoruz; ibadetlerine daha sonra bu şekilde devam etmiştir. Aynı surenin son ayetinden anlaşılacağı üzere Ashabın fiilen geceleri kalkıp Allah’ı tazarru ve niyazla anmalarının, geceyi ihya etmelerinin en büyük amillerinden birisi, süratle bu emre sımsıkı sarılmaları olmalıdır.

Ashabın ahlakının çeşitlerini, misallerle çoğaltabiliriz. Bu hususlarda Resulullah, onlara en güzel numuneydi. Ashabdan sonra tabiinin de filleri böyleydi. Tasavvuf ve sofi kelimesiyle o zaman tabir edilmeyen özellik “hal” olarak mevcuttu.
Tabiinden aynı titizlik, ciddiyet ve aynı sevgi ile, aynı takva duygusuyla dolu olanlar da, Müslümanlardan aynı ilgiyi gördüler. Böylece tıpkı hadis-i şeriflerin müteselsilenaktarıla geldiği gibi bu husustaki davranışlar da daha sonraki nesillere müteselsilen intikal ettirildi.
Ve bu halis insanlar, tasavvufi grupları böylece tarihi ve tabii seyri içerisinde sosyolojik bir hadise olarak meydana getirmişlerdir. Peygamberimizin zamanından beri “hal” olarak vardı, tasavvuf kelimesi daha sonra zuhur etmiştir.

Bu yolun, daha sonraki asırlarda tarikatlar olarak devam etmesi; işin bir takım erkan ve usulünün konularak sistematize edilmesi meselesine gelince; bundaki en önemli psikolojik ve sosyolojik saik de, bence, gene Resulullah’ın eğitim ve öğretim metoduna ittibadır. Resulullah Efendimiz, malum olduğu üzere, sohbet yoluyla kişileri yetiştiriyordu. Mesela Mescid-i Nebevi sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda bir ilim ocağı idi. Resulullah a.s.dan hadis dinlemek, kur’an öğrenmek, dini bilgileri elde etmek, ondan istifade, istifaze etmek isteyen insanlar orada gece gündüz kalıyordu. “Ehl-i suffe” ya da “Ashab-ı suffe” denilen bu sahabiler, geceleri 70-80 kişiydiler ama; bu rakam gündüzleri 400-450 ye çıkıyordu. Büyük bir kalabalık, Resulullah’tan bilgi öğrenebilmek için oraya toplanıyor. Bu vakıa onu göstermektedir. Peygamberimiz a.s. dini öğretmek üzere kabilelere adam göndereceği zaman onları “Ashab-ı suffe” içinden seçerdi. Onlarla oturur, (suffe ashabı ile) sabaha kadar sohbet ettiği olurdu. O sohbetin zevkinden uykuların unutulduğu ve sabaha kadar sohbet edildiği olurdu.

Bu sohbet, müessir bir eğitim yoludur. Öğrenciyi karşınıza alıyorsunuz, İlahiyat Fakultesi, Hukuk Fakultesi’ndeolduğu gibi, başka yerlerde de olduğu gibi, belli kitapları okutuyor, salıveriyorsunuz; gidiyor. Ama sohbette beraber oluş, beraber oturup kalkma daha müessir; çünkü “hal” olarak mücessem, müşahhas bir numune var ortada; onu görmek, dinlemek, taklit etmek kolay oluyor. Bundan öte, taklit edici şahısların kusurlarını da bilgili şahsın düzeltmesi kolay oluyor. Onun bir hatasını gördüğünde, kaçırmayacak, kırmayacak bir tarzda, zarif bir işaretle tashih etmek mümkün oluyordu. Bu yol Resulullah’ın yolu olduğu için tasavvuf da bu eğitim yolunu, “şeyh-mürid sohbeti” yolunu tercih etmiştir.’’

Rabıtanın şirk oluşu iddiası mesnetsizdir. Şirk Allaha ortak koşmaktır. İnsanın sevdiği hocasını düşünmesi tefekkür etmesinin şirk ile ne alakası vardır? Allah C.C. Sadıklarla beraber olunuz diyor. Bu onların yanında olun onlardan istifade edin bir şeyler öğrenin demektir. Rabıta ile insan uzakta olan hocasından feyz alır, manevi bakımdan yükselir, kendine çeki düzen verir.

Müridin şeyhine karşı mevtanın yıkayıcıya(gassala) tabi olması gibi itaat etmesine itirazlar olmaktadır. Bunun için Es’ad Hocamız :‘’Mürid ahlaken gelişmek manen ilerlemek için geçici bir dönem böyle teslim olmalıdır. Bu ilanihaye böyle değildir.’’ Demişti.

Emperyalist İngilizler Osmanlı ile mücadele ederken iki büyük tehlike tesbit etmişler. Birisi hac ikincisi tarikatlar ve cemaatler. Müslümanlar hacda bir araya gelince meselelerini tartışıp müzakere ediyorlar, emperyalistler hakkında bilgi sahibi olup ona göre tedbir alıyorlar. Tarikatlar ve cemaatlerde halis Müslümanlar yetiştiği için asırlardır Orta Asya’da Türkistan’da Rus diyarlarında Müslümanlar dinini koruyabilmiş, imanını muhafaza edebilmiştir. Bu nedenle Emperyalistler bulaşıcı hastalık bahanesi ile haccı engellemeye çalışmışlar. Ayrıca tarikatlar aleyhinde yoğun propaganda yapmışlar. Bu nedenle bugün tarikat cemaat denince önyargı oluşturmayı başarmışlar. Tarihte birçok meşayıh(şeyhler) müridanıyla birlikte savaşlara katılmıştır. Bu nedenle tarikatlar miskinlik tembellik yuvaları sözü tarihi gerçeklerle bağdaşmaz.

Yazının devamı haftaya .

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum