Yaşam biçimi değil, aidiyet duygusu çatışması

İktidar partisinin kapatılması ve siyasetin yeniden köklü bir hendeseden geçirilerek bir daha toplumun çoğunluğunun kültürel özelliklerini esas alan AK Parti benzeri bir baskın politik durumun ortaya çıkmaması için gösterilen gayri meşru arayışlar ile Özgür Gazze faciasından kaynaklanan iç ve dış kriz arasında doğrudan ilişki kurmak zorundayız. Dış siyasette İsrail'le yaşanan gerilimin bir tarafında Türkiye, diğer tarafında ABD ve İsrail bulunuyorken, aradaki ilişkinin doğası gereği, iç siyasetteki tansiyonun güncel değeri ve anlamı da buna göre yeniden şekilleniyor.

Son günlerin “Batı ekseninden kayma” tartışmasının özeti budur.

İktidarın Gazze meselesini araçsallaştırdığını kabul etsek bile Türkiye'nin bölgesel sorunlarla ilgilenmesine tahammül edemeyenlerin asıl derdinin, halk arasında yankılanan duyarlılığı gemlemek ve bu ülke insanının tarihsel kimliğini keşfetmesinin önüne setler çekebilmek olduğunu farketmemek mümkün değildir. 

Yapılan kamuoyu araştırmalarında toplumun yüzde 66'sının, Erdoğan hükümetinin İsrail'e yeterli ve gerekli tepkiyi göstermediğini düşündüğünü, yüzde 33'ün de yeterli bulduğunu hatırlarsak Türkiye'nin Batı ekseninden çıktığını ve ülkenin bu yüzden felakete sürüklendiğini propaganda edenlerin toplumun kaç puanlık dilimini ifade ettiklerini hesaplamak zor olmayacaktır. Fakat bu kadarlık dilim, Türkiye'nin dışpolitika ekseni konusunda cirminden beklenmeyecek bir feryadü figanla çoğunluğun tercihlerinin aksine yol izlenmesi gerektiğinde ısrar edebiliyor. Dahası, çeşitli odaklardan yükselen gürültülü itirazlardaki eleştiriyi aşan kararlılık, iktidarın dışpolitikada en çok bir denemeden öteye geçmeyen politikalarına tenkit saikinden fazlasıyla hücum edildiğini ele veriyor.

İktidarı hedef almakla birlikte aslında dışpolitikanın öncelikleri ve üslubu konusunda rejim değişikliğini öteden beri savunan tüm kesimlerin “eksen kayması” üzerine çalışan propaganda makinesinin hedefinde yeraldığını söylemek lazımdır. Çünkü bu hükümet Irak ve Afganistan işgalleri sırasında bu insanlık trajedisinin mimarlarıyla aynı güvenlik doktrini içinde (BOP) olmayı “eşbaşkanlık”ın övünç verici ödevi olarak haykırırken iktidarı eleştirenler, bugün iktidarı hedef alan çevrelerce “eksen” ithamıyla Batı başkentlerine ihbar ediliyor ve bunlara karşı muhafazakar iktidarın desteklenmesinin anlamı üzerine analizler döktürülüyordu. Bu kez iktidar, henüz açık sebebini bilmediğimiz bir değişim geçirerek Doğu dünyasının hukukunu konu etmeye başladığından bu yana yine aynı gerekçeyle şeytanlaştırılmış durumdadır.

Batının savaş makinesi Müslüman dünyanın üzerine yürüdükçe ve ABD-Tel Aviv şer ekseni mazlum ve mağdur milletlerin tepesine dikilip haklarını aramalarını engelledikçe feryat etmesi gereken vicdanlar, aksine, mahrum toplumların Batılı ultra savaş teknolojisi tarafından yokedilmesine itiraz edildiğinde yerinden fırlıyorsa lafı dolandırmaya hiç gerek yoktur; bunun adı dışpolitikada eksen kayması veya çıpa gevşemesi, iç politikada da yaşam biçimi gerilimi falan değildir; yaşanan, alenen, aidiyet duygusu farklılıklarının çatışmasıdır.

Türkiye'de çıkardığı gürültü cirminden hayli büyük olan küçük bir azınlık, bu memleketin değerlerine, anılarına, edebiyatına, şarkılarına, kültür, tarih ve umutlarına değil; Batının anlam haritasına aidiyet duygusu beslemekte, hülyalarını o haritanın simgeleri süslemektedir. Dün iktidar kendisini onlarla aynı kültürel durum içinde tarif ederken bu sayede temin ettikleri üstünlüğün tadını çıkarıyor ve iktidardan aldıkları güçle karşıtlarına meydan okuyorlardı. Ama iktidar gücü onlara payanda olmaya devam etmeyebileceğini, onların üslup ve yöntemini moral ve finansal bakımdan beslemeyebileceğini göstermeye başladığında örümceğinki kadar çürük yuvalarının, kağıttan kaplan dışpolitika rejimlerinin ve kurdukları hayali üstünlüğün buharlaşmasından telaşa kapıldılar.

Aynı telaşın iktidarın en sadık destekçisi sanılan kimi liberaller ve muhafazakarlar arasında da yaşanıyor olmasının Erdoğan ve hayranlarının gözünü açmasını umabiliriz.

Türkiye'de yaşanan çatışma, laik-dindar yaşam biçimi farklılıklarının çatışması değildir. Çünkü farklı yaşam biçimleri ülkenin yönelimi ve tarihsel yürüşü hususunda ortak aidiyet duygusu içinde birarada yaşayabiliyor. Gerilim, laik veya dindar farklı yaşam biçimlerinin oluşturduğu çoğunluk ile, kendisini bu aidiyet duygusu içinde göremeyen azınlık arasındadır. Dolayısıyla Batılı değerlere sadakat besleyen azınlıktaki aidiyet duygusunun, görünüşte aynı yaşam biçimden olsa bile çoğunluk içinde yerini almış aidiyet duygusu ile yaşadığı çatışma, Batılı yaşam biçimine hayli uzak hayat tarzı ile yaşadığı çatışmadan farklı değildir.

Türkiye'yi Batıya çıpalamayı ve Batılı kültürü eksen kabul etmeyi önerenler Batının sözde demokrasi, hoşgörü ve gelişmişliğini havuç olarak önümüze koyuyorlar. Ama bu boş lafları işiten her temiz vicdan sahibinin gözünde hemen Batının Japonya'da attığı atom bombaları, o faciada milyonlarca insanın ve canlı cansız herşeyin yokolması, Afganistan ve Irak'ta milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi, milyonlarca yetim, dul, yaralı ve sakat görüntüleri canlanıveriyor. Dünyada altmış milyona yakın insanın öldüğü bir dünya savaşının da yine Batı kültürü içinde yaşandığı hatırlanıveriyor. Filistin'de çoluk çocuk demeden yürütülen vahşet, soykırım, etnik arındırma, Lübnan'daki katliam sırasında Batının İsrail'e verdiği tam destek geliyor akla.

Bize önerilen Batı çıpası veya ekseni, kan, gözyaşı ve zulme ortak olmaktan başka nedir? İstiklal savaşı destanı yazmış bir milletin böyle bir zillete boyun eğmesi nasıl beklenebilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar