1 trilyon dolar nereye gitti? Kriz, kimleri dize getiriyor?

batışının devlete maliyeti 367 milyar dolar. Yani İngiltere, sadece bu bankanın batışından bu kadar batık devraldı. Bundan önce batanlar var. Bundan sonra batacaklar var. Bugüne kadar aktarılan yüz milyarlarca dolar var. Bu kadar mı?

Çarpıcı bir gelişme aktarayım: 2008 yazından 2009'un ilk günlerine kadar İngiltere'den kaçan fonların miktarı tam 1 trilyon dolar. Dünyanın en güvenilir ekonomilerinden biri olduğu için yıllardır bir çok devletin, bankanın, şirketin paraları İngiliz bankalarında tutuluyordu. Bu devasa miktarın yüzde 15'ine tekabül eden 1 trilyon dolar, söz konusu tarihler arasında kaçtı. Sadece yılın son üç ayında kaçan fon miktarı 597.5 milyar dolar. Bu miktar, her yıl normal olarak çıkan paranın on katı ediyor. Peki yılbaşından bu yana ne kadar fon çıkışı oldu? Bilmiyoruz…

Bank of England yetkilileri, İngiltere, ABD, İsviçre, Jersey ve Cayman adalarındaki offshore hesaplardan devasa miktarda fon çıkışı olduğunu söylüyor. Artık İngiltere, güvenli bir piyasa değil. Bankaları güven vermiyor. Bu yüzden, son otuz yılda biriken miktar erimeye başladı. Paralarını burada tutanlar, hem bankacılık sektöründeki risk hem piyasa güvensizliği hem de devletleştirme dalgası korkusuyla kaçıyor!

Bir not daha: Gelişmiş ülkelerden dünyanın geri kalanına yapılan yatırım, 1 trilyon dolardan 150 milyar dolara düştü. Finansal küreselleşme tersine döndü, herkes kendi varlığını eve çağırıyor. Aynı yetkililer, Avrupa bölgesi için en yıkıcı dönemin başlayabileceği uyarısı yapıyor.

Ocak ayı içinde bazı ülkelerdeki üretim düşüşü de bu düşünceyi destekliyor: Japonya'da yüzde 31, Kore'de yüzde 26, Rusya'da yüzde 16, Brezilya'da yüzde 15, İtalya'da yüzde 14, Almanya'da yüzde 12 üretim düşüşü yaşandı. Sadece bir ayda! Amerika'da ise bu düşüşün gerçek oranının yüzde 28 olduğu belirtiliyor. Son iki ayda 352 bin kişinin işini kaybettiği İspanya'da ise yüzde 24… Doğu Avrupa ülkelerinde önümüzdeki birkaç ay içinde üç milyon kişi daha işsiz kalacak. Litvanya'da, Letonya'da, Bulgaristan'da kitle gösterileriyle hükümet binaları hedef alınır oldu. Kriz döneminde küresel değerlerin yüzde 40'ın uçup gittiğine dikkat çekiliyor. Bazı ülkelerin borçları gayri safi milli hasılalarını aşacak noktalara ulaştı. Bu, böyle bir kriz. Ülkelerle sınırlı, ülkelerin yanlış ekonomi politikalarıyla sınırlı değil.

Financial Times gazetesi, "komünizmden sonra bir ideolojik ilah daha iflas etti" diyor. Abartı gibi görünse de, kapitalizmin bittiği tezi inandırıcı olmasa da, olayın vahametini ortaya koyma, olması gereken tartışma biçimini göstermesi açısından önemli bir tespit. Gazete, "Kapitalizmin geleceği" adlı yazı dizisine şu cümlelerle başlıyor:

"Bir başka ideolojik ilah daha iflas etti. Siyaseti ve alınacak tutumları son otuz yıldan uzun bir süredir belirleyen varsayımlar, bir anda devrimci sosyalizm fikri kadar geçmişte kalmış görünüyor. Peki, dünya bu noktaya nasıl geldi? Sorunun cevabı önemli oranda liberalizm çağının, kendi çöküşünün tohumlarını barındırmış olmasında yatıyor."

Bu dönem aynı zamanda, finans sektöründe ve getirdiği kazançta olağanüstü büyümenin de yaşandığı dönem. Bu noktadan sonra, herkesin dayandığı küresel ekonomi sisteminin değiştirilmesi dahi düşünülebilir. Dünyanın entegre olmuş ekonomileri birinci dünya savaşı öncesinde de çökmüştü. Yine çökebilir…"

Şimdi; Hillary Clinton'ın Ankara ziyaretini, Barack Obama'nın Türkiye'ye gelecek olmasını, bu gerçeklerle yeniden değerlendirelim: ABD'nin Irak'tan çıkışta Türkiye'ye ihtiyacı var mı? Var. Suriye ile ilişkileri geliştirmede ihtiyacı var mı? Var? Kafkaslar'da ihtiyacı var mı? Var.. Karadeniz'den Çin sınırına kadar etkisini kaybetmemek için ihtiyacı var mı? Var. Afganistan-Pakistan bölgesinde yoğunlaşan yeni krizde ihtiyacı var mı? Var. Filistin meselesinde, Ortadoğu'ya ilişkin hemen bütün konularda, hiç olmadığı kadar ihtiyacı var mı? Var…

Türkiye, Osmanlı'dan bu yana yakın bölgesinde hiç olmadığı kadar etkin bir ülke oldu mu? Oldu. Bu daha da artacak mı? Evet, artacak. Hem de şaşırtıcı biçimde! Davos çıkışı Türkiye'ye zarar verdi mi? Hayır, bu pozisyonu hiç etkilemedi.

Peki; İsrail'in "tek yanlı vurma" yaygarasına rağmen, İran nükleer üretime başlamasına rağmen ABD-İran ilişkileri gelişiyor mu? Evet. Bu iyileşmede Afganistan konusunda işbirliği arayışı var mı? Evet. Türkiye burada da kolaylaştırıcı rol oynuyor mu? Evet.

Peki; ABD'nin, daha doğrusu yeni yönetimin uluslararası politikalarında radikal değişiklikler yaşanıyor mu? Evet. Eski düşmanlarıyla işbirliğine gidiyor mu? Evet. Bunda Bush yönetiminin aksine, Obama'nın yumuşama politikasının etkisi var mı? Elbette var…

Bütün bunlar doğru. Ama bu gelişmelerin ilk sebeplerinin, gerekçelerinin ötesinde bir başka gerçek daha var, çok büyük bir gerçek… ABD'yi, küresel algısını, eğilimlerini, 21. yüzyıl vizyonunu temelinden sarsan bir gerçek: Kriz!.. Ve bu, devrim niteliğinde değişimlere yol açacak. Ve bu, sadece ekonomiyle sınırlı bir kriz değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar