Ak Parti ve Cemaat Çatışması (II)

Tadım yok...

 

Ben iyiyim aslında. Ama kendisini muhafazakar sağa konumlandırmış ortalama bir Türk bireyi olarak merkez sağı potasında toplayan Ak Parti ve onun çevresinde oluşan yeni gündem can sıkıcı. ‘Ak Parti ve Cemaat Çatışması’ konulu 2012’de yazdığım yazının bugün ikincisini yazıyor olmak üzüntü verici.

 

Ne cemaatle Ak Parti arasındaki gerilim, ne de Ak Parti’nin kendi içindeki fay kırılmaları maalesef artık iyi niyet duvarlarının arkasına saklanabilecek kadar ufak değil. Aslında her birini ayrı ayrı ve uzunca irdeleyip bir güzel döşenesim var amiyane tabirle. Ama şimdilik bütünsel bir toptancılıkla konuya şöyle bir temas edeceğim. Ağzımın tadı yerine gelirse şayet, daha sonra, ayrı ayrı inciğini boncuğunu ortaya dökeceğim!

 

Aslında sorunların kaynağında tek bir neden aramak mantıklı bir yaklaşım değil. Bardağı taşıran son damlayı da, ayrışmaların ana nedeni olarak göstermek gerçekçi değil. Hele de siyasi bir konuda. Bunu anlayabilmek için siyasetin değişik kulvarlarında biraz tozlanmak lazım.

 

Cemaat-Ak Parti çekişmesi manşetlerden, Ak Parti içi sıkıntılar ise ekranlardan taşıyor evlerimize. Bu her iki konu manşetlerden ve televizyonlardan aleni olarak taraflarca ortaya derç edildiğine göre bu, perde arkasında asgari nezaket sınırlarının bayağı bir zorlandığını, hatta ve işin lâdese vardığını gösterir.

 

Ama her iki konuda da taraflar neyi amaçlamış olurlarsa olsunlar; bu ‘çek kopsun’ yarışında, hedefledikleri yere varmaları imkansız olduğu gibi, özgül ağırlıkları varış noktalarını kısmen etkilese bile temel sonuçları itibariyle bile bile lâdes demekten başka bir şey değil.

 

Lâdese bizim oralarda ‘oduşmak’ derler.

 

Od!

 

Yani ateş...

 

Kim kime ‘odraha’ diyerek odma başarısını gösterirse bir diğerini oyunun dışına atacak. Ancak, mâlesef bu oyun devam ederse ve taraflar sükunette karar kılmazlarsa, karşılıklı olarak, ön göremedikleri faturalar ödemek zorunda kalacaklardır.

 

Bu fatura; belki Viyana önlerinde ordusu arkadan vurdurulan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, belki Çaldıran yollarında otağına ok yağdırılan Yavuz Sultan Selim, belki de okçular tepesini terk eden Hz. Peygamberin askerlerinin sebep olduğu Uhud faciası benzeri olacaktır. Artık, hangi Hamza’nın toprağa düşeceğini ise Allah’tan başka kimse bilemez..!

 

Paylaşılacak kaderin, Yavuz’un mu yoksa Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın mı kaderi olacağını ise Tayyip Erdoğan’ın yapacağı hamleler belirleyecek.

 

İşte bu noktada Usta’nın can alıcı hamlelerinin gün evvelinden yapılmış olduğunu görüyoruz. Dişiyle tırnağıyla bu günlere getirdiği partisinin ve o partinin iktidarının robotlaştırılmasını istemeyen Usta, her hangi bir siyasal çalkantıda partisinde meydana gelebilecek potansiyel kopma ihtimallerini Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu transferleriyle neredeyse yok etmiş durumda.

 

MHP’ye Koray Aydın ayarı tutmadığı için de MHP kapısı bu operasyonlara neredeyse kapalı. Devlet Bahçeli’nin tüm hamleleri Başbakan Erdoğan’ın elini etraflıca kuvvetlendiriyor. Bu, bile bile böyle yapılıyor olabilir mi bilmiyorum ama geriye doğru kısa bir zihin turuna çıkarsanız bunu net bir şekilde görürüsünüz. Ayrıca Devlet Bey, cemaate oldukça mesafeli durmayı tercih ediyor.

 

Sarı püsküllü(!) alternatif bir harekat ise Enver Paşa’nın Sarıkamış faciasına benzer sonuçlar doğurabilir senaristlerin biçtiği rollere soyunanlar için. Zira gemileri sosyolojik akıntıya karşı yürütmek çok zordur. İmkansız değildir ama yıkıcı yan etkileri olan bir zorluğa sahiptir. Nasıl ki, sosyolojik rüzgar yelkenlerinizi doldurduğunda geminizi umduğunuzdan daha hızlı yüzdürüyorsa, tersine esen bir rüzgarın dinmesini beklemek yerine denize yelken açtığınızda da bu, her ne kadar büyük bir cesaret olsa bile nihayetinde, sizlere tüm mahiyetinizi kaybettirebilir.

 

Meselenizde haklı olabilirsiniz. Hatta bence de haklısınız. Ama yanlış yaptığınız ayan beyan ortada. Nezaketiyle ünlü bir bakanın ve felsefesini hoş görü üstüne inşa etmiş bir cemaatin, kitle iletişim araçlarını kullanarak hükümetin başı olan Tayip Erdoğan’a yönelik açıklamalarda bulunmaları kabul edilemez. Lütfen şu hoş görü ve nezaketinizden bir parça payda bu ülkenin başbakanına veriniz.

 

Zira, hepiniz ona ne çok şey borçlusunuz değil mi?

 

Onu, bir diktatör olarak yansıtanların ateşine odun taşımak kimseye bir fayda vermez. Hele sizlere hiç vermez. En az onun kadar sizlerinde birilerinin hedefinde olduğunu unutmuş olamazsınız. Sahnelenmek istenen oyunun senaryosunu yazmadıysak bile sonucunu tahmin edemeyecek kadar kör değiliz. Biz de değiliz, siz de değilsiniz. O da değil tabi ki.

 

Ömrünü bu millet için kurtlar vadisinde ki çakallarla çarpışmaya adamış bu adama omuz vermek her birimizin boynuna ayrı ayrı borçtur. Vadideki ezcümle bütün çakalları hizaya sokan bu adama tuzak kurmak, kendi kaderimize tuzak kurmaktan başkaca bir şey de değildir.

Mit müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Tayip Erdoğan’ın bizatihi kendisine yargı yoluyla yapılmaya çalışılan darbe girişiminin ülke gündemini alt üst ettiği günlerde kaleme aldığımız ‘Ak Parti ve Cemaat Çatışması’ (14/05/2012) başlıklı makalemizden bir bölümü alıntılayarak yazıyı bitirmek istiyorum.

“Her iki tarafa da her hangi bir fayda sağlamayacak böyle bir çekişmenin sıcak çatışmaya dönüşmesi için Ankara’nın Olimpia dağlarında gece gündüz yüce Zeus’larına iki gözü iki çeşme yalvaran cüce deyyuslar var..!

Bunu, taraflarında çok iyi bildiği aşikâr…

O zaman, bu kavganın sonucunda galibinde kim olacağı belli demektir.”

E Mail : akpinartahsin@hotmail.com

Twitter: @akpinartahsin

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum