Amanın, yoksa normalleşiyor muyuz?

Seçime gidilen süreç bu kez daha heyecanlı geçeceğe benziyor. Davos'ta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın çıkışı seçmenin tercihlerini belli edeceği zamana kadar etkisini hayli yitirecek; onun dışındaki bütün gelişmeler bu seçimin 'yerel' konular üzerinde cereyan edeceğini gösteriyor. Tam da olması gerektiği gibi...

Bugünkü tablo 29 Mart'a kadar devam ederse, sandıktan nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, bu seçimi, ülkemizin normalleşme yolunda yürüdüğünün en önemli işareti sayabiliriz.

Ülkemizde ikiden çok parti var, ama nicedir seçimler özellikle iki parti arasında bir yarış olarak cereyan ediyor. Merkez sağdaki partiler (DP, AP, ANAP, DYP, Ak Parti) ile merkez sol (CHP, bazen SHP veya DSP) arasındaki rekabet seçmen kitlesinin en alt ucuna değin ulaşıyor. Liderlerin miting meydanlarında söyledikleri, yerel yöneticiler ve adaylar tarafından en ücra yerleşim yerlerinde tekrarlanıyor.

Kampanyaların bitmez tükenmez tek bir konusu var bizde. Daha doğrusu şu ana kadarki gelişmelere bakarak buna “Vardı” dememiz gerekiyor. Merkez soldaki parti (CHP, bazen SHP ve DSP) merkez sağdaki rakibini (DP, AP, ANAP, DYP, Ak Parti) genel siyaset üzerinde köşeye sıkıştırırdı seçimler öncesinde ve seçmen de nerede saf tutacağına o kavga sırasında karar verirdi.

Tek konunun ne olduğunu herhalde tahmin ettiniz: 'Din ve lâiklik'... Merkez sol 'lâiklik' üzerinden sağa saldırır, sağ da solu 'dine lâkaytlık' üzerinden vurmaya çalışırdı.

Çok gerilere gitsek de bu böyleydi; ama son birkaç seçimin öncesinde yaşadıklarımızı göz önüne getirmeye çalışırsak aynı kısır döngünün herbirinde tekrarlandığını hatırlamakta zorlanmayız. “Kim daha dindar, kim daha lâik” tartışması siyasette ağırlığın iki partide toplanmasını da garanti eden bir konudur; giderek azalıyor olsa bile kendini 'lâiklik' safına yerleştirenlerin oranı yüzde 25'e yakın bir oyu merkez sola bugün bile garanti ediyor.

Siyasette bu tür bir saflaşma doğru mudur?

Herhalde doğru değildir. Siyaset her ülkede o ülkenin anayasal çerçevesi içerisinde yapılır. Türkiye'de de durum böyle. Her ülke 'lâiklik' ilkesini anayasa teminatı altına almamıştır, ama bizde hem de takviyeli bir garanti altındadır lâiklik... Din ve dindarlık da kimsenin tekelinde değildir. Demokratik ülkelerde dindarların hak ve hukukunu sadece sağ partiler savunmaz, o konuda öncülük çoğu yerde 'sol' örgütlere düşer...

ABD'de sözgelimi, sosyal güvenlik konusunda farklı uygulamaları bulunan Amish adlı dini grubun hakkını Yüksek Mahkeme'de 'solcu' Barolar Birliği savunmuştur...

Kur'an Kursları ve başörtülü partililer konusundaki yeni açılımıyla, CHP, bu seçime kadar kampanyaları meşgul eden keskin paradigmayı zedelemiş oldu. Paradigmayı bütünüyle yok edecek bir hamle daha yapabilirse, (Rubicon'u aşabilirse), CHP, ülkeyi daha yaşanılır hale getirmede öncülüğü eline alabilir.

Bir yerel seçim öncesinde taraflar hangi konuları tartışırlar? Demokrasisi sağlam, kompleksiz ülkelerde seçim kampanyaları ikili bir zemin üzerinde yürütülür: Bir yandan rakibini yaptığı veya yapmadığı işlerden dolayı yıpratmaya çalışırken, bir yandan da seçmenlere kendi yapacağın hizmetleri anlatma gayretine girersin...

29 Mart'a şunun şurasında altı hafta kadar bir süre kaldı; önümüzdeki günlerde de gündemi rakiplerin uygulama yanlışları ve vaat ettiği hizmet kalitesinde eksiklikler işgal edecek olursa, Türkiye, çok uzun yıllardır hasret kaldığımız üzere ve ilk kez sağlıklı bir seçimi gerçekleştirecek olabilir.

Ne güzel değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar