Prof. Dr. Şahin UÇAR

Prof. Dr. Şahin UÇAR

Babil Kralı Nebukadnetsar’ın Rüyalarına Çağdaş Yorumlar (1)

Bismillâhirrahmânirrahîm

“külle yevmin hüve fî şe’n:

 (O, her gün bir şe’niyet içredir:

kâinatı her an yaratmaya devam eden bir Hallâk’ı dâimdir.)”

 Kur’an-ı Kerim

 Hz. İsa buyurmuştu ki “gözlerinin önündekini tanı, görmediğin de sana ilham olunacaktır.” Gözlerimiz önündeki dünyaya baktığımızda ne görüyoruz? Gördüğümüz ve yaşadığımız dünyayı nasıl yorumlamamız gerekir? Kısaca, insanlara ne oldu? Çağdaş hayat birçok görünüşü itibariyle bir kabusa, kötü bir rüya’ya, benziyor. Niçin kendimizi içinde yaşadığımız cemiyete yabancı ve garip hissediyor, kalbimizde onulmaz bir gurbet yarasının sızısını duyuyoruz? İnsanoğlunun yeryüzündeki pozisyonu, niçin böylesine bir cinnet ve vahşet manzarasına dönüştü? Televizyonu her açışımızda, yeryüzünün her tarafından nakledilen ve beynimize üşüşen dehşet sahneleri ve çığlıklar… Ekmek kazanma savaşı içinde kan ter içinde kalan insanlar görüyoruz. Bernard Shaw’ın tabiri ile, “Lekeli para” kira, faiz ve kârla elde ediliyor ve her kuruşu suça, içkiye, fahişeliğe, yoksulluğun bütün kötü meyvalarına bulaşıyor. Dünyamıza vahşet ve terör hakim oldu, hayatımız kabus gibi… Geçenlerde Spengler’in Batı’nın Çöküşü kitabını karıştırırken gördüm; “tarihi çağlara ayırarak yorumlama geleneğinin Kitab-ı Mukaddes’teki Danyal Aleyhisselam’ın kehanetinden kalma çok eski bir gelenek olduğunu” söylüyor. Bana öyle geliyor ki, Mukaddes Kitaplarda bahsedilen kıyamet öncesi “Karanlık Çağ”, sanki bu çağdır. “Altın Çağ”, “Gümüş Çağı”, “Tunç Çağı” geçti ve işte nihayet “Demir Çağı”ndayız. Çağdaş teknolojinin acımasız çelik silahları insanlığı parçalıyor, eziyor. Bir kabusa dönüşen çağdaş tarih rüyasını yorumlamamız gerekiyor. Hz. Danyal’ın, bu dört çağ tasnifiyle, Babil Kralı Nebukadnetsar’ın rüyasını yorumladığı gibi bizim de bir tarih yorumuna, yeni tarih felsefesine, ihtiyacımız var.

Kitab-ı Mukaddes’in Danyal bölümünde anlatıldığına göre, Babil Kralı Nebukadnetsar, gördüğü düşlerden ruhu sıkılıp, uykuları kaçarak; sihirbazların, kahinlerin, falcıların toplanıp, rüyasını yorumlamalarını emretmiş. Babil Kralı’nın düşleri yorumlanabilirse, mesele yok; yorumculara mükafâtlar verilecek; iyi bir yorum yapamazlarsa, hepsi katledilecek… Kâhinler, “Kral bu kullarına düşünü anlatsın da, yorasını gösterelim” deyince Babil Kralı, “Gördüğüm düş aklımdan çıktı, unuttum gitti” diyor; “Siz bana düşü anlatın ki, ben de yorasını gösterebileceğinizi anlayayım” diye de ilave ediyor… Öyle ya, kralın rüyasında ne gördüğünü bilemeyeceklerse, bu adamların yapacağı rüya yorumunun doğru olacağı nereden belli yani? Çağdaş dünyada yaşadıklarımızı düşündükçe ve televizyonda gördükçe, Babil Kralı Nebukadnetsar’a hak veriyorum. Bu kâbusun mânâsı nedir? Yaşanan realite, beşeriyetin bugüne kadar gördüğü tarih rüyası, nasıl yorumlanmalı? Her şeyden evvel, yaşanan hadiseler kötü bir düş mü, yoksa gerçekler, dünya ve insanlık realitesi bu mu? Tarihi ve realiteyi nasıl yorumlayacağız?

Babil sürgününden sonra ve binlerce yıl boyunca yeryüzünde dağınık yaşayan Yahudi ırkı, bütün yurtların en kutsalına sahipti: Onların vatanı, Kitab-ı Mukaddes idi. Yeryüzünde vatanları yoktu; ama, Mukaddes Kitaplarını yurt edinerek yaşadılar. Asırlarca “Tanrı tarafından vaad edilen bu vatanın, “Mev’ud Vatan’ın” hayaliyle yaşadıktan sonra; nihayet, çağımızda bir yeryüzü vatanına, İsrail’e sahip oldular. Ne var ki, artık yurtları kutsal toprak değildir ve tarihin en acı zulümlerini sahneleyerek kirlettikleri bir toprak parçasından ibaret olmuştur.  Hâlâ bugün bile, İsrail’de, siyasete düşman olan ve Kitab-ı Mukaddes’in mesajının laik Siyonist politikalara alet edilmesine karşı çıkan, birtakım Musevi grupları var; ama, İsrail’de hakim olan artık onların “Tevrat’ı yurt edinen zihniyet’i değil; Rasyonalist ve makyavelist politikacılar… Ve yalnızca Yahudiler değil binlerce yıllık mukaddesatlarını yitirenler, yani bugün bütün insanlık gariptir: Artık Mukaddes Kitapların huzurlu dünyasında yaşamıyor insanlık: Bugünkü Çağdaş medeniyet dinsizdir. Daha doğrusu, dinsizlik insan tabiatına pek uygun düşmediği için, kendine putlar edinmiştir.

Hristiyanlığı tahtından indiren Paris Komünü, nasıl insan aklının heykelini, daha doğrusu sevimsiz bir putunu, Paris’e dikerek, aklı ve terakkiyi putlaştırmışsa; artık akıl ve terakki putuna da inanmayan çağdaşlarımız, yine Kitab-ı Mukaddes terimi ile söyleyecek olursak, insanın iktidar hırsını putlaştıran kadim molok (mülk) putuna tapınmaya başlamış ve Molokperest olmuştur. Her ne kadar, “Adalet mülkün temelidir” denilse de, mülkün yani (molouk’un) gerçek temeli, yalnızca iktidar hırsı olmuştur. “Belki, “Mülk’e alternatif olarak “anarşi”yi gösteremeyiz; amma ve lakin, anarşi’nin alternatifi olarak da hâlâ tegallüb, ceberrut ve zorbalık bu çağda bile tatbik edilen siyasi hükümranlık biçimi olmamalı… Eflatun’un, insanın değişmez ve değişmeyecek hastalıkları olarak zikrettiği, devlet (iktidar), servet ve şehvet hırsları… Modern dünyanın yeni Teslis’i (itikadi üçlemesi) “iktidar, para ve seks”ten ibarettir – bunlara tapınıyorlar… İktidar hırsının şeytani karakteri, “lekeli para” ile ittifak ederek ve insanın insani vasıflarına değil behîmî; yani, şehevî ve hayvani, yönlerine hitap ederek çağdaş bir teslis putu oluşturmuştur. İşte tarihin çağdaş insanlığa oynadığı kötü oyun budur. Realite’nin meydana getirdiği rü’yet, berbat bir kâbus, kötü bir rüya…

Bunun niçin böyle olduğunu; insanlık güzel şeyler gerçekleştirmek isterken ve ilerleme rüyası görürken, arzularını ve gayelerini gerçekleştirmek için attığı her adımın, her faaliyetinin, niçin hiç istemediği, “kendi aleyhine bir dünya kurmaya” yaradığını; tarihin insanlığa yaptığı bu kötü şakanın ve acı alayın mânâsını iyice anlamamız, bu kötü düşün yorumunu yapmamız lâzım. Bu da bizi “TARİH NEDİR?” meselesine getiriyor. Bu satırların müellifi klasik tarih tariflerinin yanlış olduğunu; iyi niyetle seçtiğimiz bir bakış açısının, tarihi –safiyane- geçmiş devirlerin bilgisi diye görmenin, bizi feci biçimde yanılttığını düşünmektedir. Bendetto Croce: “Gerçek tarih çağdaş tarihtir” demişti. Bununla kastettiği, tarihçinin çağının insanı olması hasebiyle tarihî hadiseleri çağdaş bir perspektifle ele almaya mecbur olması ve çağının problemlerinden ilham alarak tarihi incelemek durumunda kalması idi. Netice olarak, çağdaş hadiselerin benzerleri ve sebeplerini tarihte aramak, yahut yüzyıllık gazetelerden çağdaş havadisler okumak aynı kapıya çıkar.

Devam Edecek

www.sahinucar.com.tr sitesinden alıntılanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.