Barışın dikenli yollarında…

İlkokulun son sınıfında “yıllıklar” hazırlanırdı, oraya herkes bir arkadaşına hitaben yazılar yazardı.

Benim zamanımda genellikle o yazılar, “hayatın dikenli yollarında sana başarılar dilerim” diye biterdi.

Birisi bir yerden böyle bir laf öğrenmiş, o laf da yayılıvermişti.

Bu cümleyi büyük bir ciddiyetle söyleyen bir oğlan çocuğunun yüzünü hayal ettiğinizde, inanılmaz bir masumiyeti de görebiliyordunuz.

Bugün “barıştan” söz ederken, biraz o çocukların “saflığı” da sızıyor sözlere.

Savaşın devamını isteyenlerin pençeli saldırganlığı karşısında barış istemek biraz masum kalıyor.

Düşünsenize, tam barış görüşmeleri için yol açılırken birdenbire altı genç asker şehit ediliyor.

Bu altı çocuğun öldürülmesinin savaş isteyenler dışında hiç kimseye bir yararı yok.

Kim o mayını patlattıysa amacı, barış iklimini torpillemek.

Sanırım artık kimse bu kanlı tezgâhlarda insanların kaderinin biçilmesine izin vermeyecek.

Bu saldırıya en net cevap DTP’Nin eşbaşkanlarından olan Ahmet Türk’ten geldi.

Türk, ölen askerlerle ilgili açıklamasına “öncelikle bu kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyoruz” diye başlıyordu.

“İnsan yaşamını sona erdirmeye yönelik şiddet eylemlerini tasvip etmedik, tasvip etmeyeceğiz,” diye devam ediyordu.

Ardından, ordunun operasyonlarından ve PKK’nın eylemlerinden yakınıyordu.

“Haftalardır yaptığımız çağrılarda askerî operasyonların durmasının önemine işaret ediyorduk, ancak ne yazık ki bu çağrılarımız ve iyi niyetli çabalarımız bugüne kadar hiçbir sonuç vermedi. Ne askerî operasyonlar hızından bir şey kaybetti, ne de eylemler ve saldırılar durdu.”

Ve, en keskin sözünü söylüyordu sonra.

“Ancak açık bir dille ifade ediyoruz, bu saatten sonra her kim ki demokratik bir çözümden yana ise ve her kim ki silahsız bir çözüm arzuluyorsa mutlaka ama mutlaka elini tetikten çekmelidir. Siyasetin önünü açabilmenin olmazsa olmaz koşulu ölümlerin durmasıdır. Bu başarılamadığı zaman, ölümleri durduramadığımız müddetçe hiçbir sorunumuzun çözüm yoluna girmeyeceği gerçeğini bir kez daha tekrarlıyoruz.”

Ahmet Türk, daha önce Neşe Düzel’le yaptığı bir röportajda “PKK ile tabanlarının aynı olduğunu” söylemişti, şimdi bu açıklamayı o “tabanın” üstünde duran bir siyasetçi olarak yapıyor.

Türk’ün bu konuşması barış yolunda bugüne dek atılmış en somut adımlardan biri.

Orduya olduğu kadar PKK’ya da çok açık bir çağrı.

İki tarafa da “elinizi silahtan çekin” diyor.

Başbakan Erdoğan’ın “geçmişle ilgili” konuşmasına karşı çıkarak “faşizan” anlayışlara destek olan Deniz Baykal da dün “barış” konusunda çok olumlu bir adım attı.

O da “barışı” ve “affı” destekleyen bir konuşma yaptı.

Baykal’ın bu konuşması, bu barışçı mesajları da Türkiye’nin geleceği için en önemli hamlelerden biri.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, Baykal’ın, Türk’ün “barış” için ortak bir zeminde buluştuklarını, “siyaseti” silahın önüne koyduklarını görüyoruz.

Barış isteyen herkes bu üç lidere de minnet duymalıdır.

Şu anda, daha önce ne yaptıkları, ne dedikleri hiç önemli değil, önemli olan, onların bugün söyledikleri, söyledikleriyle barışın yolunu açmaları.

Onların çağrılarına “silahlılar” uyacaklar mı?

Bu üç liderden çıkan ses, Türküyle Kürdüyle bu “toplumun” sesi.

Kendi toplumunun sesini dinlemeyen pişman olur, hiçbir silah “toplumun iradesini” yenemez.

Ben her geçen gün, Kürt sorununun çözümüne biraz daha yaklaştığımıza inanıyorum.

Şimdi, ordunun operasyonlara biraz ara vermesi gerek.

Bu sorun orada burada birkaç militan öldürmekle çözümlenmiyor işte, biraz durmak, barışa bir şans tanımak, bugün bu topluma yapılacak en büyük iyilik.

PKK da artık mayın patlatmaktan vazgeçmeli, bu barış iklimini bozmanın Kürt halkına bir faydası bulunmuyor.

Ama sorun, bu iki silahlı gücün “aklın sesini” dinleyip dinlemeyecekleri.

Ordu her zaman söz dinlemiyor.

PKK da, zaman zaman kendi liderini bile tekzip edecek eylemler yapıyor.

Dün, PKK’yla bağlantılı oldukları gerekçesiyle tutuklanan DTP’lilerle ilgili iddianame yayınlandı.

İddianamenin büyük bölümü telefon konuşmalarına dayanıyor.

O konuşmalar, DTP yöneticileri ile PKK yöneticileri arasında çok ciddi gerilimler olduğunu da ortaya koyuyor.

PKK’lıların, DTP’li yöneticilerle ilgili şikâyetleri, öfkeleri çok açıkça ifade ediliyor.

“Silah tutan elin” nasıl “patronluk” tasladığını biz ordunun bu ülkede yaptıklarından öğrenmiştik, bunu Kürt siyasetçilerinin de kendi cenahlarında yaşadıklarını açıkça gösteriyor o konuşmalar.

İddianamede çok çarpıcı başka “iddialar” da yer alıyor, bunlardan bir tanesi Fethullah Gülen’e PKK’nın suikast yapacağı iddiası ama doğrusu bu iddiaya dayanak yapılan konuşmadan biz bir şey anlamadık, savcılar o konuşmadan böyle bir sonucu nasıl çıkarttılar bilmiyorum.

İddianameye yansımayan bir şeyler mi var, tam kavrayamadık.

O konuşmayı da aynen yayımlıyoruz.

Çatışmalar, ölümler, mayınlar, operasyonlar, suikastlar, sabotajlarla çok insan kaybetti bu ülke, binlerce çocuğumuzu ölüme teslim ettikten sonra artık bir “sorunumuz” olduğunu, bunu da silahla çözemeyeceğimizi anladık.

Şimdi bu toplum bir çocuk masumiyetiyle, “barışın dikenli yollarında” silahların susmasını istiyor.

Silahlılar kendilerini her zaman daha güçlü, daha vahşi, daha buyurgan hisseder ama “silahsızların” sesine de kulak vermeleri gerekir.

Bazen bir masum çağrı, bütün silahlardan daha güçlü patlar çünkü.

Önceki ve Sonraki Yazılar