Barokun, dekadansın ve "pornografi"nin sorumlusu, İslâmcılardır!

Türkiye, 12 Haziran'da seçime gidiyor: İyi de, Türkiye, devletiyle milletiyle, asıl seçimini yaptı mı ki, bir seçime daha gidiyor?

Hayır, Türkiye, asıl seçimini yap/a/madı henüz. Türkiye, asıl seçimini yap/a/madığı, sürgit ertelediği için, seçeneklerini tüketen, gerçek seçeneklerinin üstünü her dâim daha kalın bir şalla örten, bu yüzden, attığı her büyük adımın (bakınız: dış politikadaki atılımın hâli!) kısa devre yapmasıyla sonuçlandığı bir seçeneksizliğin ortasında debelenip duruyor.

"Yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz", diyerek bugünlere geldik. Ama "yenme"yi değil, "yeme"yi öğrendik yalnızca! Öyle değil mi, İskender paşa?

Soruyorsunuz: İyi de, 1946'dan bu yana, bu millet hiç mi mesafe katedemedi? Allah demenin yasak olduğu bir karabasan ortamından, devletin en tepe kurumlarının başlarındaki zevatın eşlerinin çoğunun başlarının örtülü olduğu bir "konum"a ulaşmış olmak bir şey ifade etmiyor mu?

Ediyor elbette: Bu millet, Batılılar tarafından sömürgeleştiril/e/mediği hâlde, Batılıların sömürgeleştirdikleri ülkelerde yaptıklarından daha radikal, daha yıkıcı işlere imza atan jakobenlerin vesayetçi, zorba uygulamalarından çok çekti. Sonuçta, bu zorba "rejim", darbe yedi; bu, doğru.

Ama devletin en tepesindeki zevatın eşlerinin başlarının örtülü olması, bu ülkenin bir seçim yapmadığı, asıl seçimini yapmayı ertelediği gerçeğini örten bir örtü'ye dönüşmüşse, ne yapacağız, o zaman?

Dün, "bozuk düzen"den şikâyet ediyorduk; bugün bu düzende niteliksel hiçbir değişiklik yapmaksızın bu "bozuk düzen"in çarklarının aksamadan dönmesini biz sağlıyoruz!

Dün şikâyet ettiğimiz "bozuk düzen"in bozukluğunu gidermeden "düzen"in "dümeninin başı"na geçmekle, ne kadar bozulduğumuzu nasıl göremeyiz; bize, önce bizim bozulduğumuzu, bizim çözüldüğümüzü, bizim döküldüğümüzü hatırlatan bu satırların yazarına nasıl bozuk atarız, nasıl?

Eğer Türkiye'de siyaset ve hayat, "pornografi"nin, barokun, dekadansın ayartıcı haz, ayak ve rant oyunlarına teslim olmuşsa, bunun yegâne sorumlusu, biziz, biz İslâmcılar! Yerlerini terk edenler! Terkedilmesi bile düşünülemeyecek değerlerini, önceliklerini, ilkelerini seküler-kapitalist düzenin ayartıcı iktidar ve para aparatlarına konmak için terk etmekte, attığımız her adımda bir kez daha çark etmekte en küçük tereddüt bile göstermeyen biz İslâmcılar!

Eğer bu ülkeyi, Batılılar sömürgeleştirmiş olsalardı, toplumu, kurumları, değerleri baştan sona sekülerleştireceklerdi. Ama Batılılara gerek kalmadan bizim elitlerimiz yaptı bu yıkım işini: Sekülerleşmek, Müslüman toplum olarak "bizim" bir seçimimiz değildi. İslâm'ın, bizi, Batılılar karşısında "yenilgiye uğrattığı" iddiasıyla tepeden dayatılan bir projeydi.

Sekülerleşme, zihnen ve bedenen dünyevîleşmek, tefessüh etmek, her türlü dekadansın eşiğine güle oynaya sürüklenmek demek. Asil değerlerin, köklü ilkelerin, yüce ülkülerin izafileştirilmesi, özel alana hapsedilmesi, terk edilmesi demek. İşte bugün, sekülerleşmenin bayraktarlığını İslâmcılar olarak biz yapıyoruz!

O yüzden, son kaset skandalının aktörlerinden bir MHP yöneticisinin "bu, benim özel hayatımla ilgili bir meseledir" şeklinde zırva bir açıklama yapması ve İslâmî çevreler de dâhil herkes/im/in "sözcü"lerinin aynı zırvayı tekrarlamaları, "eyvah! işte şimdi bittik! işte asıl şimdi yenildik!" dedirtti bana.

Zira zina, Müslümanlar için, kişisel bir cürüm değildir yalnızca. Doğrudan sosyal boyutu, daha da önemlisi ilâhî boyutu, uhrevî boyutu olan bir ahlâk ve varoluş sorunudur.

Dahası, İslâmî çevrelerin, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, kul hakkının hiçe sayılması gibi temel ahlâk ve varoluş sorunları konusunda handiyse tek çift laf bile etmemeleri, fenâ hâlde ürkütüyor beni, bir Müslüman olarak.

Ahlâkın, ahlâk ilkelerinin, ahlâkî değerlerin, ahlâkî duyarlıkların izafileştirilmesi / liberalleştirilmesi / sekülerleştirilmesi, tabiî ki, değerlerin değersizleştirilmesiyle, ilkelerin terkedilmesiyle sonuçlanacak ve her alanda "pornografi"nin, kaygan zeminlerde patinaj yapma biçimlerinin hükümranlığını ilân etmesine yol açacaktı.

En iğrenç örneklerini sivil mimaride, şehir mimarisinde ve cami mimarisinde gördüğümüz soysuzlaşma, köksüzleşme, kitsch'leşme demek olan Türk barokundan; çözülme, çürüme demek olan dekadansla dans vaziyetlerinden; duyarsızlaşma, kayıtsızlaşma, kaygan zeminlerde patinaj yapma demek olan "pornografi"nin hükümranlığından; bu toplumun en muhkem, en sarsılmaz, en köklü dayanağı, tutamağı, omurgası olması gereken ama omurgasızlaşmadan yana seçim yaparak yenilgiyi resmen ve fiilen kabul eden ürpertici tutumları nedeniyle -ilâhî uyarıyı hiçe sayarak bedel ödemekten kaç/ın/an- İslâmcılar sorumludur. Terkedilemezlerini her türlü erk uğruna terk etmekte, attıkları her adımda bir kez daha çark etmekte hiçbir sakınca görmeyen sözümona İslâmcılar!

Önceki ve Sonraki Yazılar