Bu ayıpla uzun yola gidilmez

Her yıl karşılaşılan ve bu yüzden de kanıksanan bir 'olay' var: Ülkemizin birden fazla ilinde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ilin yerel yöneticilerine zehir oluyor... Bir örnek dün gazetelere Manisa'dan yansıdı: Cumhuriyet Bayramı için Belediye Başkanı tarafından verilen davete birarada gelen 'askerî erkân', türbanlı bir kadın görünce, derhal salonu terk etmiş...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, böyle bir olay yaşanmasın diye, 29 Ekim'de asker-sivil bürokrasi ile yabancı misyon temsilcilerine gündüz, sivil toplum temsilcilerine de akşam davet verdiği biliniyor. Önceki akşamki davette, Cumhurbaşkanı Gül'ün yaverleri bile ortada görünmemek için özel çaba sarf ettiler.

Manisa'da yaşanan olayın merkezinde bulunan Belediye Başkanı, cevap olarak, “Ne yapayım, eşimi mi değiştireyim?” diye sormuş gazetecilere...

Gerçekten de ne yapsın davet sahibi olan yerel politikacı? O da Cumhurbaşkanı Gül gibi bir günde iki davet mi versin?

Her yıl bu zamanlar bayramını kutladığımız 'Cumhuriyet' rejiminin üzerine oturduğu kavramların en başında 'eşitlik' gelir. 10. Yıl Marşı'nda yer alan “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” mısraıyla anlatılmak istenen de budur. Bu sebepledir ki, Cumhuriyet yönetimi, bazılarının 'çarıklılar, poturlular, kasketliler' diye küçümsediği geniş kitlelere ilk günlerden tanıdığı oy hakkını, Batı'daki bazı ülkelerden önce, kadınlara da yaygınlaştırmıştır.

Tamamen siyasi bir kavgaya dönüştürülen 'türban/başörtüsü' inatlaşmasıyla uç veren yeni durum, Cumhuriyet'in 85. yılında, 'Cumhuriyet' kavramına ters bir tablo ortaya çıkartıyor. Cumhuriyet'i bayram olarak kutlamak üzere davet veren yönetici şu iki şıktan biriyle karşı karşıya bırakılıyor: Ya bir kısım kadını başları örtülü olduğu için Cumhuriyet Bayramı'na davet etmemek, ya da bir kısım kadının davetli olduğu ortama devletin bazı unsurlarını çağırmamak...

Manisa'da olan üçüncü şık: Bir kısım kadının da davetli olduğunu gören kendileri de davetli devletin bazı unsurlarının bayram kutlamaktan vazgeçmesi...

Başörtülü kadınlara millî bayramları kutlamayı bütünüyle yasaklasak mı yoksa? Millî bayramlarda hepsini evlere mi kapatsak? Acaba taraflar, bu tablonun, 85. yılını kutladığımız Cumhuriyet'e hiç uymayan, olağanüstü yanlış bir tablo olduğunu görmüyorlar mı?

Yanlışı illâ sürdüreceksek, bu durumda ne yapacağız: Bazı çevrelerin pek sevdiği 10. Yıl Marşı'ndaki “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” mısraını, belli belirsiz, ağzımızda geveleyerek mi okuyalım sözgelimi? Ya da, başları örtülü kadınların farklı muameleye maruz kalmalarını mazur gösterecek görüşü yansıtan bir mısraı, müziğe uysa da uymasa da, marşın bir yerine monte mi etsek?

Tabii, aynı anlayışı, eşitlikçi ifadelere sahip anayasaya da geçirmemiz gerekiyor.

Herhalde anlıyorsunuz: Anayasa Mahkemesi'nin 'üniversitelerdeki türban yasağı'na muhatap gençkızlarımızdan söz etmiyorum. Coşkuyla kutlanması gereken bir millî bayramın, 'başörtüsü/türban' takan kadınlar üzerinden pek çok insana zehir edilmesi konusu burada dile getirdiğim... Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 2002 yılına kadar verdiği davetlere eşleri başörtülü de olsa insanları eşleriyle davet ederken, 2002 yılı 29 Ekim'inden itibaren tavır değiştirmişti; onun mirası bu uygulama...

Birlik ve beraberlik ruhuna en fazla sahip çıkılması gereken günümüz ortamında, 'başörtülü/türbanlı' anneler şehit yavrularını her gün toprağa verirken, böyle bir uygulamanın sürdürülmesi ne derece doğru sizce?

Bu yanlışlığı mutlaka ve derhal sona erdirmeli.

NOT: Dünkü yazım üzerine arayan Mehmet Ağar, değişik dönemlerde devlette farklı görevler üstlendiğini, bunlarla ilgili bilgisine her başvurulduğunda yetkili makamlara gereken açıklamaları yaptığını söyledi. “Benim yasadışı hiçbir olayda parmak izim bulunmaz” diyen Ağar'a göre, Mehmet Eymür ile arasındaki ihtilâf yargıya intikal etmiş kişisel bir sorun. Bilginize sunarım. F. K.

Önceki ve Sonraki Yazılar