Bugün Türk Dil Bayramı’(ymış)

Sabah takvim yaprağına baktığımda bugünün Türk Dil Bayramı olduğunu okudum.

Yani bizim dilimizin bayramıymış bugün.

Nasıl bir bayramsa ne haberlerde bununla ilgili bir haber duydum ne de herhangi bir etkinliğe şahit oldum.

Akşam ilköğretim dördüncü sınıfa giden kızıma “Bugün Türk Dil Bayramı’ymış kızım, haberin var mı?” diye sorduğumda bana “öyle miymiş?” diye karşılık verdi.

trkce.jpgTürk Dil Kurumu’nun internet sitesine baktığımda ise, Türk Dil Bayramı ile ilgili olarak 2008 yılına ait güncellenmemiş bilgilerle karşılaştım.

Dilimizin bayramı kutlanmazken reklam kokan hareketlerle olimpiyatlar yapılıyordu. Bu olimpiyatlarda Türkçe'nin yaygınlaşması sağlanırken acaba devlet Türkçe'nin korunması için bir şeyler yapılıyor mu?

Devletin kurumu bile bu bayrama önem vermemişken öğrenciler nereden bilebilecekler ki bugünün Türk Dil Bayramı olduğunu?

Ağzımızda eriyip giden bir "dilimiz" var.

Televizyon ve radyo kanalları bir taraftan, internet canavarı bir taraftan dilimiz berbat bir hale gelmiş.

Tamam yerine neden okey diyor veya ok diye yazıyoruz?

Peki, bay, bye bye, ekşın, yaw, herkez, saol gibi dilimize uymayan kelimelere ve hatta internet ortamında neden abuk sabuk kısaltmalara neden sığınıyoruz?

İstanbul’un hatta tüm Türkiye’deki şehir merkezlerinin müstesna yerlerini gezerken dükkânlarda çarşaf çarşaf özentili yabancı isimleri kullanınca işlerimiz daha mı sükseli oluyor?

Peki, Türkçemizin yapısı bozulurken neden argo ve kaba kelimeleri kullanıp saygıdan uzak cümleler kuruyoruz?

Şarkı sözlerimizde bile büyük bir erozyon yaşanmakta.

Önceden çok naif kelimelerle süslüyken şarkılarımız şimdi lanlı, kıllı, tüylü, belalı kelimelerle çocuklarımıza çok kötü örnek olmasına niçin göz yumuluyor?

Sözü uzatmadan sizlere çok faydalı olduğuna inandığım bir yazıyı sunmak istiyorum. 107444.jpguntitled.20110926233315.png

                                                                                                         Nihal Şirin

Nihal Şirin’in “Hayatımız Çorba” adlı kitabından “Dil Takıntısı” adlı yazısının ikinci bölümünü paylaşıyorum.

Sayın Nihal Şirin Hanımefendi ne de güzel dile getirmiş dilimizdeki yozlaşmayı?

 

Dil Takıntısı II

Bir sorum var! Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına şöyle bir madde mi eklendi?: ‘Bundan böyle konuştuğumuz her cümlede en az bir İngilizce kelime kullanılması zorunludur. Yasaya uymayanlar aşağılanma, küçük görülme cezasına çarptırılacaktır’. Zannedersem maddenin hayata geçirilmesi ile ilgili çalışmalar da öncelikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde pilot uygulama olarak başlatıldı. Gittikçe Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yaygınlaştırılması hedefleniyor herhalde. Hatta ‘Bir dakika söylediğini anlayamadım, İngilizcesini söylesene’ dediklerinde eğer söyleyemiyorsan fikrinin öneminin de ortadan kalkması gibi bir durum da söz konusu sanırım. Ciddi ciddi soruyorum. Öyle mi?

Kendi dilimi sevdiğim, kullanılmasını istediğim (hatta biraz da ısrar ettiğim) için beni ‘kompleksli’ diye sıfatlandıranlar bile oldu hayatımda. Tamam, bir sürü kompleksim var mutlaka ama kendi dilimi kullanmak istemem niçin psikolojik bir sorun olarak algılanıyor? Biri çıksın ve bunu bana anlatsın lütfen.

Geçmiş yıllarda, hasbelkader beni o dönemde çalıştığım şirkete yönetici yaptılar. Şirketin yeniden yapılandırılması söz konusu. (Böyle terimlere de bayılıyorum; yeniden yapılandırma, insan mühendisliği, entellektüel sermaye falan ve filan…) Biz de eleman alacağız şirkete. Hiç unutmuyorum, güzelce oturdum, kendi ellerimle yazdım gazete ilanını. Türkçe olarak tabii, ki Türkiye’de faaliyet gösterip, Türk insanıyla çalışacak şirketlerin neden İngilizce ilan verdiklerini zaten hiç anlamamışımdır. Büyük giz benim için. Yabancı dil bilgisi istiyorsan görüşme sırasında geçirirsin bir testten, biraz konuşturursun, anlarsın yeterli mi yabancı dili, değil mi? Değil. Gazete ilanını anlayıp başvuruyorsa İngilizcesi yeterlidir, yabancı dil bilmeyen ‘takozlar’ zaten ilanı okuyamazlar bile diye düşünüyorlar herhalde. Belki arkadaşına çevirisini yaptırdı, öyle başvurdu nerden biliyorsun? Neyse! Dönelim bizim ilana. Çalışacak arkadaşta ne gibi özellikler aradığımızı da net bir şekilde yazdık. İlan yayınlandı. Şimdi sıkı durun, gelen özgeçmişlerin %90’ı, yazıyla yüzde doksanı, özgeçmiş değil sivi (Ay miin CV) olarak geldi. İngilizce.

Mecburen yapacağız görüşmeleri, pırıl pırıl insanlar geliyor ve ben gelen tüm arkadaşlara aynı soruyu soruyorum: Biz ilanı Türkçe vermiştik, neden özgeçmişinizi İngilizce gönderdiniz? (Hayır, gerçekten merak ediyorum). Yanıtlar şöyle;

- Türkçe özgeçmiş hazırlamadım hiç.(Bravo!)

- Ne bileyim, İngilizcesi daha iyi olur diye düşündüm.(İyi düşünmüşsün!)

- İngilizce bilen birini arıyorsunuz diye…

Ama en ilginç yanıt şuydu.

- Niye, bir sorun mu oldu?

Oldu tabii, beni delirttiniz, diye söylenmek istedim ama yapamadım.

Bu görüşmeler sırasında konuşmaları arasına yabancı dilden kelimeler sıkıştıran arkadaşlarıma ‘Lütfen, Türkçe konuşalım mı?’ diye uyarıda bulunduğum zaman tepkileri görmeliydiniz.

- Neden, siz İngilizce bilmiyor musunuz?

Acıma edası, neredeyse dizlerine vurup vah vah nidasına dönüşecek.

Hele bir kişiyle geçen diyaloğu unutamıyorum:

Ben artık bunalmışım görüşme yapmaktan. Karşımda ‘iyi üniversitelerin’ birinden yeni mezun olmuş bir arkadaşım oturuyor. Sürekli İngilizce kelimeler kullanıyor. Ateşim yükseliyor, nabzım hızlanıyor, zaten sıcak. Kendisiyle konuşurken cümlemin içerisine olmayan bir İngilizce kelime yerleştirip tepkisini anlamaya karar verdi zihnim benden bağımsız!

- Bu işin kontiyosimşınını iyi değerlendirmek lazım. Dedim. Kontiyosimşın diye bir kelime yok.

Yanıt:

- Haklısınız!

İşte durumumuz budur, anlamadığımız halde, anlıyormuş gibi yapmaya başladık birbirimizi, bu kelimelerden dolayı. Zaten çok iyi anlıyorduk, şimdi artık fevkalade anlaşıyoruz! Acıklı olan şu ‘Özür dilerim, söylediğiniz kelimeyi bilmiyorum, anlamı nedir?’ demeye de utanıyoruz. Sizi temin ederim durum bu. Çünkü ben ilk iş hayatına başladığımda bunu yaşadım. Dolar flakçueyt ediyor, biz ne yapalım dediğinde iş dünyasında bir büyüğüm yüzüne aval aval bakıp ‘herhalde yükseliyor’ demek istedi diye düşündüğümü bugün gibi anımsıyorum. Meğer dolar dalgalanıyormuş.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı dolar!

Olsun sana bütün liralarımızın hepsi helal

Bundan boyle sana yok, yuroya yok ilmihlal

Hakkıdır İngilizceye âşık milletimin istiklal

(Ancaaaakkk)

Hakkıdır ana dilini seven milletlerin hürriyet…

Şu İngilizce’yi Türkçe’nin arasına yedirmeyi normal karşıladığımız ve hatta savunduğumuz kadar kendi haklarımızı, yapabileceklerimizi savunuyor olsaydık şimdi her birimiz kim bilir nerelerdeydik. Hey ki hey!

Şimdi ben bu yazıyı konklud edeceğim. Çünkü yarın önemli bir treyning programa katılmam gerekiyor, sori. Ayrıca neredeyse san’ı doğurdum, saat sabahın dördü oldu. Gözlerim eror veriyor.

Yeni güne hay, size baaay…

Oldu mu? Yasaya uydum mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum