Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

Bursa Seyahatim ve İzlenimlerim

Otobüs Inegöl'den Bursa'ya doğru giderken, bu kente "Yeşil Bursa" demekle isabet etmişler dedim. Dağları ve ovaları zengin bitki örtüsüyle kaplıydı. Kent Meydanında Ulu camii başta olmak üzere çok sayıda irili ufaklı tarihi cami gördüm. Ayrıca hamamlar göze çarpıyordu.

Meydandaki tarihi Pirinç Hanı Bursa'da çok eskiden beridir pirinç üretildiğini tescilliyordu. 2. Beyazıd, bu hanı vakıflara katkı olması için yaptırmış. Adını ilk duyduğumda pirinç madeni aklıma geldi. Acaba pirinçten yapılmış bir han mı diye düşündüm. Biraz araştırınca bu handa eskiden pirinç başta olmak üzere gıda maddeleri satıldığını öğrendim. Halen de içinde lokantalar, kuyumcu ve züccaciye dükkanları, manifatura ve kafeler mevcut. İki öğünümüzü buradaki lokantalardan yedik. Özellikle Bursa mutfağına ait olan İskender ve pideli köfte revaçtaydı. Öğle namazımızı Bursa Ulu Camiinde kılıp Emir Sultan ve Yeşil Kubbe'ye doğru yürüdük. Yol boyunca tarihi konaklar gördük.

Biz böyle tarih içinde yürürken yanımdakilere; düşünsenize bir zamanlar bu sokaklarda fesli beyefendiler ve çarşaflı hanımefendiler yürüyordu. Belki şu konak önünde komşular toplanıp kahve içiyorlardı dedim. Tam da böyle konuşup dururken bir konağın önünde üç hanımefendiyi oturmuş muhabbet ediyorlarken bulduk. Biz önce konağın boş olduğunu tarihi bir bina olduğunu düşünüp resim çekmek istedik. Meğer onlar konağın sakinleri imiş. Bize fotoğraf için müsaade ettiler. Hatta evin içerisini bile gezdirdiler.

Sonra onlarla biraz konuştuk. Aslen Kazakistanlılarmış. Ahıska Türklerindenmiş. Konağın sahibinin adı Flora idi. Annesinin ismi Gülbeyaz. Gelinleri olan üçüncü hanımın ismi ise sanırım Saniye idi. Kendileri Saniya diye telaffuz ettiler.

Nereden nereye… hepimiz Türk kökenliydik. Masalarının üzerinde mayasız hamur kızartması vardı. İlla tatmamız için ısrar ettiler. Aynı anneciğimin yaptığı hamur kızartmalarına benziyordu. Duygulandım. Hele "Ahıska Türklerindeniz" deyince oracıkta şu mısralar dilimden dökülüverdi.

Ahıska türküsü diye başlayan

Bir türkü söylerdi anam eskiden

Her beytin sonunda ah vatan diyen

Bir türkü söylerdi anam eskiden

Onda bir memleket bir vatan derdi

Gözümden bir cihan akar giderdi

Her beytin sonunda ah vatan derdi

Bir türkü söylerdi anam eskiden

Selam ile ayrılıp tarihi Irgandı köprüsüne geldik. Köprünün üzerine bir çarşı kurulmuştu. Sağında ve solunda minik minik atölyeler vardı. Bazı atölyelerin önünde bronz, bakır, gümüş üzerine çeşit çeşit taşlardan yapılmış süs eşyaları satılmak için sergilenmişti. Kendime bir yüzük almak istedim ama olmadı beğenemedim. Köprüyü fotoğraflayarak tam karşısındaki yokuş caddeye tırmandık. Az sonra sola dönüp ilerlemeye başladık. Oracıkta bir apartman kapısının yanındaki şeftali fidanı dikkatimizi çekti.

Bursa şeftalisiyle meşhurdur diye bu küçük ama pıtrak gibi meyveye durmuş genç şeftali ağacını da dağarcığımıza ekledik.

Emir Sultan yolunda bir aktara uğradık. Doğal sabun ve çörekotu yağı satın aldım. Kestane şekeri satan bir yerden kestane şekeri tattık. Çok lezzetliydi. Kilosu 60-70 tl arasındaydı. Bursa'da yemekler de pahalı sayılmazdı. Köfte tarzı et yemekleri 55-80 tl arasındaydı.

Emir Sultan Camiinin avlusunda Emir Sultan'ın türbesi vardı. Bahçesindeki güvercinlere yem satın alıp atıyorlardı. Emir Sultan caddeleri hercai menekşe doluydu ve mis gibi kokuyordu. Hercai menekşeler Bursa'yı çok seviyor anlaşılan.

Sonra Yeşil Cami ve Yeşil Türbeyi ziyaret ettik. Türbede Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezıd'ın oğlu Çelebi I Mehmet ve hanedanı yatıyor. Etkileyici bir türbeydi. Padişahlara layık. Mekanları cennet olsun. Türbeyi Çelebi I Mehmed yaptırmış. İyi ki yaptırmış. Osmanlı'nın ihtişamını gözler önüne seriyor türbe. Eh Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmeyi severmiş. Yanındaki Yeşil Camiyi Çelebi I Mehmed başlatmış oğlu II. Murat tamamlamış. "Ters T" planlı bir cami. Ikindi namazını 15. yüzyılda yapılan bu Yeşil Camide kıldık. Türbenin girişinde yazısının biraz silindiği bir kabir taşı gördüm. Yavuz Selim'in dost ve arkadaşı Hasan Can'ın kabriymiş. Hani Şirpençe hastalığına tutulan Yavuz, Hasan Can'a durumunu sormuş. O da demiş ki: "Padişahım Allah'a kavuşmanız yakındır. Yavuz da demiş ki; " Sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin Hasan Can?"

Ertesi gün Tophane'ye doğru yürüyorduk. Sol yanımızda heybetli kale burçları görünüyordu. Bu kale Miladdan önce inşa edilmiş. Orhan Gazi Bursa'yı aldığında tamir ettirmiş. Birçok şehirde kale gördüm ama bu çok heybetliydi. İnceleye inceleye yürürken sağ taraftaki parkın içindeki türbe dikkatimizi çekti. Okçu Baba türbesiymiş. Orhan Bey zamanında bir okçu ustası olan bu zat anlatıldığına göre Uludağ'ın tepesinden bir ok atmış, nereye düşerse beni oraya gömün demiş. Orhan Gazi'yi çok severmiş. Attığı ok kabrinin olduğu yere düşmüş. Uludağ Okçu Baba'nın güneyine düşüyor olmalı. Çünkü az ilerideki camide namazı Uludağ tarafına dönerek kıldık.

15-20 adım sonra Orhan Gazi'nin türbesine geliyorsunuz. Okçu Baba'nın kabri Orhan Gazi'nin ayak ucuna düşüyor. Allah seveni sevdiğinden ayırmamış. Orhan Gazi'nin türbesi M.Ö 2. Yüzyılda yapılan bir kilise kalıntısının üzerine yapılmış. İhtişamlı ve güzel olan Orhan Gazi'nin kabrinin sol tarafında babası Osman Gazi'nin kabri var. Asırlık ağaçların altında bu iki türbe ihtişamıyla ışıldıyor ve belki de şehrin en yüksek yerinden Bursa'ya bakıyor.

Osman Gazi ve Orhan Gazi şehri adeta kuşatmış, ebedi mirasçısı gibi duruyor. Allah derecelerini yüksek eylesin. Sandukalarının başında "Ottoman Sultan" yazıyor. Hanedanlık tam 623 sene sürdü. Ama ahiret hanedanlığı ebedi olacak inşallah.

Bizi evinde misafir edip Bursa'yı gezdiren Fatma Hanım bundan sonraki durağımızın Üftade Camii ve türbesi olduğunu söyledi. Doğrusu ev sahibeliği ve rehberliğiyle bize hakkı geçti. Ona çok dua etmem gerektiğini düşünüyorum. Fatma Hanım aslen Bulgar göçmeni. Resulullah aleyhisselamın kızının ismini taşıdığını söylediğimde erkek kardeşinin adının da Kasım olduğunu belirtti. Allah kendisinden ve ailesinden razı olsun.

Biraz yukarıdaki camide ikindi namazını kılıp kaleiçinde ilerlemeye başladık. Az önce yüksek duvarlarının dibinden geçtiğimiz kalenin şimdi üstünden Üftade Camii'ne doğru yürüyorduk. Bu arada sokakların fotoğraflarını çekiyordum. Her yer tarihi evlerle doluydu.

Üftade Hazretlerinin kabrini ziyaretten sonra hemen türbenin önündeki çay bahçesine geçtik. Burası sıradan, samimi bir mahalleydi. Oturduğumuz masanın yanında tesettürlü iki hanımefendi vardı. Onlarla sohbet ettik. Burasının Türk kahvesi çok güzel oluyor dediler. Biz de Türk kahvesi istedik. Bu iki hanımefendiyle epey konuştuk. Nereden estiyse gene hocalarımı sordum. Aman Allah'ım Hocamızın zevcei muhteremeleri kendilerinden erişte almamış mı? Onların burada evleri var dedi. Nur yüzlüydü. Sanki kırk yıllık komşusu gibiydik. Sonra oradan ayrıldık. O zaman bilmiyordum meğer Mehmed Zahid Kotku hocamız bu Üftade Camiinde de imamlık yapmış imiş.

Evet Zahid Hocama geldik. İzvatlı köylüsü ve Mehmed Zahid Kotku'nun arkasında bizzat namaz kılan 83 yaşındaki Ihsan Bağgül amcanın dediği gibi Bursalı Memed Efendiye gelelim şimdi.

Bursalı Memed Efendi yani Mehmed Zahid Kotku, babasının gönüllü imamlık yaptığı şimdiki adı Çukurca köyü olan İzvat Camiiinde uzunca bir süre imamlık görevinde bulunmuş. Ben Bursa'ya giderim de İzvat'a uğramaz mıyım? Kaldığımız mahalleye çok yakınmış İzvat yani şimdiki adıyla Çukurca. Sağolsun Fatma Hanım beni kırmadı bizimle İzvat'a kadar geldi. Fatma hanım, ben ve genç bir yazar olan Gizem ile öğle ezanı okunmadan İzvat'taydık. Köyün muhtarı ile görüştük. Bursa Osmangazizi Belediyesi işbirliği ile eski camiyi yıkıp yerine aynı usül ve özellikte yeni bir cami yapıyorlarmış.

Muhtar bey bize inşaat halindeki camiyi gösterdi. Mehmed Zahid Kotku'nun talebeleri yaptırıyor mimarisiyle de hocanın torunu ilgileniyor dedi. Ne güzel bir hoca ve ne güzel talebeler onlar. Allah beni de bu hocalarımın talebesinden kabul etsin diye diliyorum. Muhtardan camii derneğine yardım için iban numarasını da aldım. İban numarası yazının en altındadır.

Caminin biraz ilerisinde köyün mezarlığı var. Bu mezarlıkta Mehmed Zahid Kotku'nun babası da medfunmuş. Kabri şerifini gördük. Neredeyse kaybolan kabrin sadece mezar taşı duruyor. Muhtar kabrin yapılacağını söyledi.

Köyde Mehmed Zahid Kotku'yu bizzat tanıyan ve arkasında namaz kılan iki kişiyle görüştüm. Biri İbrahim Kandemir 88 yaşında. Diğeri İhsan Bağgül 83 yaşında. İbrahim Kandemir'in anlattığına göre Mehmed Zahid Kotku'nun babası kozakçılık yani ipekçilik yaparmış. Asılları Azerbaycan'ın Nuha şehrinden olan hocaefendi'nin babası at üstüne dut dalı yüklemiş ortasına da kendisi binmiş. At eniş aşağı inerken kaymış ve atın indiği yokuşun önünde bir kuyu varmış. Kuyuya düşmüş. Kimsenin haberi olmamış. Ne zaman sonra kuyuda cesedi bulunmuş ve şimdiki yere defnedilmiş.

İbrahim Kandemir, o zaman mezar üzeri yazılmazdı diyor. Benim babam mezar kazıcıydı, kırk elli sene mezar kazdı diyor. Mehmed Zahid Kotku nasıl biriydi dedim; orta boyluydu, iyi bir adamdı dedi. Buradayken kimse tanımazdı dedi. Fakat Mehmed Zahid Kotku'nun babasının vefatıyla ilgili bilgi hocamızın ailesi tarafından doğrulanmadı. Ayrıca Muhterem ve Muazzez hanımefendinin İzvat'ta okula gitmedikleri anlaşıldı.

İhsan Bağgül'ün de sık sık yinelediği cümlesi "İyi bir adamdı…" şeklindeydi. İhsan Bağgül; "Eskiden sığırlarımız hayvanlarımız vardı." deyince, Mehmed Zahid Kotku'nun da sığırları hayvanları var mıydı dedim. Yoktu, imamlıkla geçinirdi dedi. Peki kendisine süt yoğurt verirmiydiniz dedim. Ooo her şey boldu eskiden dedi. İhsan Bağgül ile İzvat dolmuş durağında otobüs beklerken rastgele tanıştık. O da dolmuş bekliyordu. Başı kasketli bir amca. Hatta biz ona otobüs numarasını soruyorduk. O ara Mehmed Zahid Kotku'yu da sorunca meğer tanıyormuş. "Caminin önündeki koca çınarın yanında köşeli büyük bir taş vardı eskiden. Caminin minberi yoktu o zaman. Memed Efendi o taşın üzerine çıkar ezan okurdu." dedi. Ben küçüktüm ama büyüklerin yanına çok sokulurdum, ondan hatırlıyorum dedi.

Maşallah İhsan Bağgül amca hala dinç. İbrahim Kandemir de öyle. İlerlemiş yaşlarına rağmen akıllarında, konuşmalarında bir özür göremedim. Sonra İhsan amca da Bursa çarşısına gidiyormuş. Yanındaki komşularıyla konuşurken şöyle diyordu. "Biraz yeşil soğan ektiydik de lestik galmamış evde. Onu alıverip de gelcem." Bu kadarcık bir konuşma ve tanışma ama çok kıymetli bir konuşma ve tanışma.

Birden aklıma geldi, çantamın içinde duran son kitabımı İhsan amcaya vermek. Kaf Dağı Yolcusu Kalmasın adlı kitabımın girizgahındaki yazıyı gösterdim. Bakın bu yazı Mehmed Zahid Kotku'ya ait. Bu kitabı da ben yazdım. Size hediye ediyorum. Siz okuyamasanız da evdekiler okur dedim. Cebinden pembe bir poşet çıkardı, kitabı içine koydu. Bir kitap da muhtara bıraktım.

İzvat köyüne habersiz ve ivazsız doğaçlama gittik. Bizim kimseden kimsenin de bizden haberi yoktu. Sora sora bulduk köyü. Karşılaştığımız ilk kişi İbrahim Kandemir amca idi. Parkın kenarındaki bir bankta yanında bir adamla öylece oturuyordu. Ona köyün muhtarını aradığımı, Mehmed Zahid Kotku'nun köyünü te Osmaniye'den ziyarete geldiğimi söyleyince hemen anlatmaya başladı. Meğer bu kişi Mehmed Zahid Kotku'nun arkasında yıllarca namaz kılmış. Buna tevafuk deniliyor işte. Ihsan Bağgül'ü de köyden ayrılıp durakta otobüs beklerken tanıdık. Hepsi tevafuk. Programlanmış bir gezi olsaydı ancak bu kadar olurdu. Daha bitmedi. İhsan Bağgül amca da bizimle aynı otobüse binmişti. Biz onunla konuşup dururken arkadaki iki bayan söze karıştı. Onlar da İhsan amcanın komşularıymış. Hanımlardan birinin adı Şerife Yılmaz idi. "Eski büyüklerimiz derler ki bu köye yani İzvat'a bu Memed Efendi sayesinde zarar gelmiyor derler." dedi. Ah Bursa sende yaşayacak ne çok şeylerim varmış.

Bir güzel ziyaretimiz de Mevlid i Şerif kasidesi yazarı Süleyman Çelebi'ye idi. Bir akşam üzeri üç hanım hızlı adımlarla Çekirge yolundan Bursa Millet bahçesi yanı sıra yürüdük. Uzun süren bu yürüyüşün sonunda Süleyman Çelebi'nin de kabrine ulaştık.

Biraz öksüz ve kimsesiz buldum onu. Kabrinin yanına bir mescid yapsalar ve biraz daha ıslah etseler oraları diye geçirdim içimden. 1409 yılında yazdığı mevlid şiirini hala okuyup duruyoruz. Hem şiirini hem de kabrini mahsun bırakmamalıyız diye düşündüm.

ÇUKURCA MAHALLESİ ve KUR'AN KURSU YAPTIRMA ve YAŞATMA DERNEĞİ'ne yardım için

İBAN NO:TR16 0001 5001 5800 7298 2444 43

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum