Bütünlük Müslümanlıkla Sağlanır

TÜRKİYE'nin bütünlüğü ancakMüslümanlıkla sağlanır. Kürtçülük ancak Müslümanlıkla önlenir. Bölücülük Müslümanlıkla dizginlenir.

Bunun için bu ülkede yaşayan Müslümanların en az yüzde doksan beşinin "Ben her şeyden önce Müslümanım... Benim ana kimliğim Müslümanlıktır..." demesi, diyebilmesi gerekir.

Türkün Türklüğü,

Kürdün Kürtlüğü,

Çerkesin Çerkesliği,

Lâzın Lâzlığı...Müslümanlığından sonra gelecektir ve Müslümanlığı ile çatışmayacaktır.

Türk, Kürt, Çerkes,Lâz, şu veya bu kavme mensup olmak bir realitedir. Realite inkar edilemez.

Irkçılık yapmamak şartıyla herkes kavmini sevebilir, tutabilir ama evrensel İslam dini ırkçılık ideolojisini kabul etmez.

Atatürk'ün ölümünden sonra Avdetîler ve Kriptolar tarafından çıkartılan Kemalizm ideolojisi, Moiz Kohen Türkçülüğü ile başta Kürtler olmak üzere nice Türkiyeliyi devletten soğutmuştur.

Türkiye'nin bütünlüğünü korumak istiyorsak, bu yurdun, bu halkın, bu devletin ayakta kalıp yücelmesini arzu ediyorsak var gücümüzle İslam'a sarılmalıyız.

Müslüman olmayan azınlıkların insan haklarını ve hürriyetlerini tanımak şartıyla Türkiye Müslümanlarına (İngilterede olduğu gibi)tam bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti verilmelidir.

İnsan haklarına ve hukuka aykırı olarak kapatılmış  Sünnî İslam medreseleri tekrar açılmalıdır.

İnsan haklarına ve hukuka aykırı olarak kapatılmış tasavvuf tarikatları tekrar açılmalıdır.

İslam'ı ve Müslümanları en büyük tehlike ve tehdit olarak gören Derin Ergenekon sistemine/düzenine, bir daha hortlamamak şartıyla son verilmelidir.

Türkiye Müslümanlarının temel ve evrensel hakları ve hürriyetleri bitamamiha (bütünüyle, tamamıyla) tanınmalıdır.

Müslümanlara eğitim, teşkilatlanma, dinî başkan seçme, kılık kıyafet, alfabe-yazı, inançlarına göre bir hayat sürme hürriyeti verilmelidir.

Türkiye Yahudileri nasıl kendi kutsal günleri olan Cumartesilerde, Türkiye Hıristiyanları nasıl kendi kutsal günleri olan pazarlarda hafta tatili yapabiliyorlarsa, Müslümanlara da Cuma günleri tatil yapma hakkı tanınmalıdır.

Ayasofya tekrar Müslümanlara iade edilmelidir.

Kürt halkından, bilhassa halkına insan pisliği yedirilen köy ahalisinden, yapılan insanlık dışı zulümler dolayısıyla resmen özür dilenmelidir.

Bu dediklerim yapılmazsa Türkiye'nin bölünmesi kaçınılmazdır.

Tasavvuf tarikatlarına İngilterede olduğu gibi hürriyet verilmeli, Türklerin Kürt şeyhlerine, Kürtlerin Türk şeyhlerine intisab etmesi sağlanmalıdır.

Bu memleketin Müslüman çoğunluğu İslam şemsiyesi altında bir araya gelip kardeşçe yaşamalıdır.

Ben beş vakit namaz kılan, (Bu devrin ölçülerine göre dindar sayılan) bir Müslümanım. Dinim İslamdır ama İslamcı değilim. Çünkü İslamcılık bir ideolojidir.

Sâlih ve muttaki bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih ederim. Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Şeyh Said gibi Kürt ulemasını ve meşayihini severim, onlara hürmet ederim.

Elbette Müslüman Kürt kardeşlerim de sâlih ve muttaki bir Türkü, fasık bir Kürde tercih ederler. Çünkü İslamda üstünlük ırk ve kavim ile değil, takva iledir.

İslamda kavmi, kabilesi, ailesi, akraba ve hısımları ile ilgilenmek, onlara yardımcı olmak vardır ama ırkçılık ve menfi kavmiyetçilik yoktur.

Türkiyede ırkçılık, asıl ismi olan Moiz Kohen'i gizleyip, takma Tekin Alp Oğuz adını kullanan fitneci adam ile başlamıştır. Bu adam kitaplarından birine "Kahr olsun Şeriat!" menfur bölüm başlığını koymuştur.

İslam dini, İslam bayrağı, İslam barışı gölgesi altında birleşirsek vatanımızı, devletimizi (bozuk düzen ve sistemi değil!) halkımızı kurtarabiliriz.

MüslümanTürkiye için İslamın dışında kurtuluş, selamet, izzet yoktur.

* (İkinci yazı)

Zelzele

ARADA bir İstanbul'da veya yurdun başka bir yerinde bir deprem olur, depremologlar hemen beyanat verir, bazı yazarlar deprem yazıları kaleme alır, toplum biraz heyecanlanır ve konu tekrar unutulur.

Depreme karşı 20 milyar yeni lira civarında para toplanmış, fonlar oluşturulmuş. Bunların 12 milyarının hesabı, kaydı kuyudu yokmuş diye bir iddia var.

Muhterem okuyucularımın haberleri var mı bilmem, kısaca temas edeyim. İlimler ve fenler o kadar ilerledi ki, bir süper devletin elinde şu anda deprem tetikleyecek imkanlar varmış. İnşaallah böyle bir depremi bizde tetiklemezler.

Geçenlerde Tokyo'da 6,9 şiddetinde bir deprem oldu, sadece bir kişi yaralandı. Böyle bir deprem İstanbul'da olsaydı (Allah saklasın) büyük tahribat yapar, binlerce insanın ölümüne yol açardı.

Çok yazdım, tekrarlıyorum:

Beklenen büyük İstanbul depremi gerçekleşirse, büyük bir devlet yardım bahanesiyle Marmara bölgesini işgal edecektir.

Geçenlerde Haydarpaşa tren istasyonunun çatısı yandı. Ateş çok zor söndürüldü. Zelzeleden sonra 20 bin yangın çıkacakmış!..

Büyük İstanbul zelzelesi ne zaman olacakmış? Kesin tarih vermiyorlar, bugün de olabilir, birkaç yıl sonra da diyorlar.

İnşallah olmaz. Levh-i Mahfuz'da olacağı kesin olarak yazılıysa olur. Kaza-i mübremi tedbir ile tağyir etmek (değiştirmek) mümkün değildir.

Peki ne yapacağız?

Sadaka vereceğiz. Sadaka nedir? Mafyanın profesyonel dilencisinin önüne 50 kuruş atmak değildir. Sadaka önce zekat vermektir. Sonra, zekatın ötesinde malının, parasının, servetinin bir kısmını Allah yolunda, Allah rızası için yerli yerinde harcamaktır. Sadaka belâyı def' eder.

Sadakadan sonra, dua etmemiz gerekir. Allaha, bizi zelzele felaketinden koruması için yalvarmalıyız.

Bir üçüncü çare ve tedbir hicret etmektir. Gerçi ecel kesinlikle yazıldıysa hicret onu değiştirmez, önlemez.

Zelzele için toplanıp da kaydı ve hesabı bulunamayan on küsur milyar lira ile bir şeyler yapılabilir miydi? Elbette yapılabilirdi.

Rivayet doğru ise çok üzücüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar