Çöle düşen kalenin stratejik önemi kalmaz

Her düşünüş, her ideoloji, her inanış kendini ancak kendi kavramlarıyla izah edebilir. Bunlardan biri; kendini, kendi kavramları dışında ifade etmeye kalktığında çok da başarılı sonuçlar almaz. Mesela İslam’ı anlatacağınız zaman kullanacağınız kavramlar İslam’ın kendi kavramları olmalıdır. İslam’ı farklı ideolojilerin kavramlarıyla anlatmaya kalkıştığınızda; anlatmaya çalıştığınız İslam, Kur’an’ın İslam’ı değil; kavramlarını ödünç aldığınız dünyanın, ideolojinin İslam’ıdır.

Aslında 1960’ların ikinci yarısının modası sandığımız İslam’ı sosyalizmle izah etme anlayışının tezahürlerine son zamanlarda sıkça rastlıyoruz. Solun “eşitlik” kavramıyla İslam’ın “adalet” kavramını karıştıran tipler televizyonlarda arz-ı endam ediyorlar. Daha önceki bir yazımda izah etmeye çalıştığım gibi, Müslüman kimliğiyle tanınan bazı zevat, Müslümanları taciz etmeye kalktığında ekranlarda genişçe yer bulabiliyor ve bu tipler de, ekranların önlerine açılmasını, düşüncelerinin enginliğinden sanıyorlar. Bu tiplerin son örneklerinden biri de Mehmet Bekaroğlu.

Mehmet Bekaroğlu’nu Trabzon’da 1990’lı yılların başlarında çıkardığı “Gelecek” dergisinden beri takip ederim. Derinlikli düşünceleri olan bir tıp doktoruydu. Sonra siyasete atıldı, zannedersem bir dönemde Refah Partisi’nde milletvekilliği yaptı. Sonra başka angajmanlara girdi. Çeşitli kesimlerle ortak çalışmalar yaptı. En son nasıl bir kavram olduğunu bir türlü anlayamadığım; kendilerini “Müslüman Sol” diye tanımlayan bir ekiple beraber oldular. Sonra, bu ekibin sol tarafı, Ak Parti’de kendine yer buldu. Mehmet Bekaroğlu’ndaki travmada böylece başlamış oldu.

Bir Müslüman’ın savruluşu her zaman rahatsız etti, beni. Günay ve ekibinin Ak Parti’de yer bulmasını, Bekaroğlu, “Niye ben değil de o” diyerek; bir türlü hazmedemedi, Sayın Bekaroğlu bu hınçla sırf Ak Parti’ye vurmak adına, daha önce birlikte olduğu, sonra acımasızca eleştirdiği Saadet Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı oldu. Adaylığı süresince kendisi bir psikolog olmasına rağmen; bireylerin hatalarını, suçlarını, kusurlarını kusur sahibi gördüğü bireylerden alıp, bütün bir topluluğa taşıyıp; birinin eksiğiyle bütün bir kesimi suçlayıcı, karalayıcı beyanlarda bulundu. Bu suçladıkları, daha önce içlerinde mutlu bir şekilde yaşadığı kimselerdi. Söyledikleri özellikle laikçi kesim tarafından ciddiye(!) alınıp epeyce tartışıldı. Çünkü bütün İslami kesimi, muhafazakâr camiayı tek bir kişiymiş gibi görüp hepsini aynı kefeye koyarak, hepsine birden suçlamalarda bulunuyordu. Hızını alamadı. Orada istediği şiddette tokat indiremediğini hissetmiş olsa gerek ki, daha güçlü olacağını sandığı Has Parti’de mevzilendi. Şimdi oradan yaylım ateşinde bulunuyor.

Has Parti bu söylemle kime hitap ediyor anlamak mümkün değil. Ya da Has Parti ne kadar daha, Mehmet Bekaroğlu’nun özel hıncı için kendilerini kullanmasına imkân verecek.

Buradaki sıkıntı, aslında sadece Mehmet Bekaroğlu’nun psikolojik durumu değildir. Daha büyük sıkıntı, Bekaroğlu’nun hıncını almak, öfkesini boşaltmak için çeşitli siyasal organizasyonları kullandığı gibi İslami kavramları da hoyratça kullanmış olmasıdır. Burada İslami kavramları kullanmasından daha vahim olanı da, bunları sol jargonla tevhit ederek hakaret aracına dönüştürmesidir.

Müslümanlar eleştirilmez değildir. Mutlaka eleştirilebilir. Eleştirilmelidir de. Sorun burada değil. Sorun; kendini Müslüman olarak tanımlayanları, sanki Mehmet Bekaroğlu kendini, Müslüman olarak tanımlamıyormuş gibi; top yekun bütün bireysel kusurların muhatabı olarak görmesindedir. Bir yandan örgütlenmeden, sendikalılaşmadan bahsedeceksiniz, bununla birey haklarının savunulacağını söyleyeceksiniz, sonra da tutup, bütün örgüt mensuplarını aynı kefeye koyup, hepsine birden hakaret edeceksiniz, iftira edeceksiniz. Kategorize ederek değerlendirmek daha kolay olduğundan mı acaba örgütlenmeyi önemsiyor. İnsanlar örgütlenirlerse daha kolay mı hakaret edilip, tahkir edilebiliyorlar. MÜSİAD aynı düşünceye yakın işadamlarının bir araya gelerek oluşturdukları bir örgüttür. Bu örgüt içerisinde düşünceleri birbirine yakın olsa da, yaşayışları birbirinin zıddı olan insanlar vardır ve bu durum, kimsenin de sorguladığı bir nokta değildir. Zaten sorgulama hakkı da, ne adına olursa olsun kimseye düşmez. Şimdi bu insanların tamamını, aynı kefeye koyup, aynı kavramlarla tahkir etmek kimin haddinedir. Ya da hangi ideoloji, hangi ahlak bu hakkı, kime verir.

Mehmet Bekaroğlu, İslami kavramları sol jargonla birleştirerek hıncını almaya çalışırsa; bundan ne kendisi, ne de birlikte siyaset yaptığı insanlar fayda görecektir. Söverek karşınızdakini düzeltemezsiniz. Mehmet Bekaroğlu İslami kavramlarla, sol kavramları aranjman yapmadan önce, daha berrak olarak kendini ifade etme becerisine sahipti. “Gelecek”teki Bekaroğlu çok daha etkiliydi. Hırslar, vicdanın önüne geçtiğinde zararlı çıkan vicdanını gemleyen hırs sahibi olacaktır. Mehmet Bekaroğlu’nun zararlı çıkmasını, “Gelecek Dergisi” hatırına istemem.

Sevgili Mehmet Bekaroğlu’na Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanını okumasını öneririm. Hocam koruduğunuz kale çok da stratejik bir öneme sahip değil. O sadece bir kendini önemli görme halinin tezahürü. O kalenin etrafı çöl. Düşman oraya gelmeyecek. Nöbet yerini terk edebilirsin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum