Duyguların Padişahı: Acımak; Başveziri: Hüzün

 

                                   AĞLAYIN SU YÜKSELSİN
 

          İnsanın en temel duygusudur acımak, en kadim duygusudur  hüzün. Adem babamızın Cennetten - dolayısı ile – sevginin, merhametin ve tüm güzelliklerin aslı  olan Allah’tan  ayrılması ile çağlamaya başlayan coşkun bu iki  ırmak, o gün bu gündür saf ve temiz gönüllerin en duru, en tatlı ve en bereketli çağlayanları  olmaya devam ediyorlar. Mevlana hazretlerinin deyimi ile “Gökler ağlamasaydı hiç kurak bozkırlar yeşerir miydi?” Hüznümüz ve onun türevi ve de tamamlayıcısı olan gözyaşımız,  acıma duygumuz  ve onun alt kümeleri olan masumluk, merhamet ve yardım etme duygularımız olmasaydı,   ruhumuz nasıl arınırdı kirlerden ve gaddarlığın o kopkoyu karanlığından. Gözyaşıdır ki yeşertir içimizdeki kurak çölleri. Acıma duygusudur  ki dize getirir o bitmek tükenmek bilmeyen devasa kinleri,  hırsları, arzuları öfkeleri.

                                                      Bulut Ağlar Yer Yeşerir

          Daha doğarken ağlar bütün bebekler. Niçin? İlk öğrendiğimiz ve uyguladığımız eylemdir ağlamak ve gözyaşı dökmek. Ezelden ebede giden irade sahibi yolcunun,  (insanın) “gölgeler alemine”  geldiği anda ilk yaptığı eylemdir ağlamak. Bu yüzden O, duyguların en kıdemlisidir bu cihanda. Annelerin biricik oğullarından ayrılırken, nazlı kızlarını gelin ederken  onlara verdikleri en güzel ve unutulmaz hediye bir damla gözyaşıdır. Allah hüzünle ve gözyaşı ile yapılan duaları daha makbul sayıyor. Ve Peygamberlerin padişahı şöyle buyuruyor bu konuda; “Ağlayın! Ağlayamıyorsanız ağlar gibi yapın.” Ve yine buyuruyor; ” Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” Bu yüzdendir ki yeryüzünde Peygamberlerden sonra  en büyük insan olan Hz Ebubekir Sıddik’in yüzünde akıttığı gözyaşlarından dolayı izler oluşmuştu.

              Bebeklerin,  dünyaya ve ebeveynlerine ötelerden getirdikleri kutlu bir hediyedir göz yaşı. Bu gözyaşıdır ki annenin merhametini doruklara yükseltir. Ebedin ve ezelin sahibinin kendisine gönderdiği bu kutsal emanetin (bebeğin) "ıngaları" merhamet yurdunun en büyük ve en güçlü sakini olan anneyi rahmet musluklarını açmaya sevkeder.

                Gariplerin şarkısıdır hüzün. Çilekeşlerin, çaresizlerin  en büyük limanıdır ağlamak. Kirlenen ruhları arındıran, onun pasını,  kirini  dışarıya,  "kahbe feleğin" bağrına taşıyan bir vasıtadır göz yaşının damlaları. Hastaya da ağlarız  ölüye de. Doğum haberine de ağalarız bir sevinç muştusuna da. Her yağmur yağışında gönüllerimizin huzura bürünmesinin sebebi sizce nedir? Atalarımızın”rahmet” dediği yağmur damlaları,  Allah’ın merhamet muştusunu getiren haberciler / elçiler değil mi? 

                                                        Borcunu Ödemeyen  Mürşit

               Bu konuda Pirin (mevlana) güzel bir hikayesi var: “ Herkesin sevdiği saydığı ve güvendiği bir şeyh vardı. Zenginden alır fakire verirdi. Onun kapısına gelen boş dönmezdi. Genellikle zenginlerden borç alır ihtiyaç sahiplerine verirdi. Borcun günü yaklaşınca bir başka zenginden alır alacaklıya verirdi. Günler böyle geçti gitti. Devran döndü, gül soldu. Şeyhin ecel şerbetini içme zamanı yaklaştı. Yatağa düştü. Artık son anları yaklaşmıştı. Bunu duyan alacaklıları tekkeye üşüştüler ve paralarını istediler. Şeyh efendi, “yok” dedi. Alacaklılar; “ A başına toprak saçılasıca! Ver bizim paralarımızı” dediler. Durum çok kötü idi. Müritler üzgün, şeyh sessiz, alacaklılar kızgın… 

                     Dışardan bir ses geldi biraz sonra; “Helvacı! Güzel helvalarım var” Bu çocuk sesi şeyhin dikkatini çekti. “Gidin satın alın şu helvayı, dağıtın misafirlere” dedi. Pazarlık yapıldı üç akçeye satın alındı. Helvalar yendi, sular içildi. Çocuk helvaların parasını istedi. Şeyh, “Yok” dedi. Çocuk ağlamaya, misafirler homurdanmaya başladı. Çocuk öyle ağladı öyle hüzünlendi ki üç akçesi için, olsa o kadar olur. İşte bu anda şeyh bu fırsattan istifade ile ellerini duaya kaldırdı. Biraz sonra elinde bir tepsi ile bir meçhul kişi geldi. Tepsi de açıkta üç yüz altın ve bir çıkıda üç akçe vardı. Herkes şaşkın, herkes hayret içinde. Hepsi şeyhin eline uzattılar dudaklarını. “Nedir bu işin sırrı ey ulu kişi? “dediler. O iyiliklerin sultanı olan mübarek kişi buyurdu. “Şu çocuğun ağlaması. Şu masumun gözyaşları…” 

           Koca Selçuklunun, kudretli Harzemşah’ın durduramadığı Moğol kasırgasını dindiren ve           

   “Ağlayın su yükselsin

   Belki kurtulur gemi

   Anne seccaden gelsin

   Bize dua et emi!”

Mısralarında bayraklaşan bu yüce duyguları gölgesi yapan, yüce ruhlara selam olsun. Sevginin, merhametin, hüznün bizden çok uzaklara hicret ettiği bu günlerde bu değerlere bu  manevi ilaçlara her zamankinden daha fazla muhtacız. 

     

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum