Ellerinde çiçekler, yüzünde apoletler…

“Refahyol hükümeti sona erdikten sonra Mesut Yılmaz elinde çiçekle geldi. Bana işaretle apoletleri gösterdi. 'Böyle isteniyor. Hükümeti kuralım' dedi…”

Bu sözlerin sahibi kim mi?

Tansu Çiller…

2 Ekim 2000 tarihli Radikal'de yayınlanan röportajda bu çarpıcı cümleleri sarf ediyordu, Tansu Hanım…

*

Mesut Yılmaz'ın Çiller'le hükümet kurmaya niyeti yoktu.

Olamazdı da…

ANAP lideri, o ziyaretten kısa bir süre sonra başbakanlık koltuğuna oturacağını ve hükümeti kimlerle kuracağını gayet iyi biliyordu.

O dönemde kendisine altın tepsi içinde hükümeti sunanların “apoletliler” olduğunu söylemeye gerek var mı?

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı geçen hafta internete düşen ses kayıtlarını istediği kadar inkar etsin; vaktiyle Mesut Yılmaz'a söyledikleri gerçeğin ta kendisidir.

*

Süleyman Demirel, -Fikret Bila'ya- 28 Şubat sürecinde Karadayı'nın devlet adamlığına yakışan bir tutum sergilediğinden bahsediyor!

“Devlet adamlığına yakışır tutum” ne miydi?

-Darbe yapmak!

28 Şubat'ı darbe olarak kabul etmiyor, Demirel…

“28 Şubat Anayasa ve yasalara uygun, demokratik yöntemlerin uygulandığı bir olaydır” diyerek tam bir uçuşa geçiyor.

28 Şubat'ın, mesela 12 Eylül gibi klasik darbelere “şeklen” benzemeyişi onun darbe olmadığını göstermez.

Refahyol'un kurgusal bir süreçle cendereye alınarak finalde “paketlendiği”; ardından Statüko'nun has adamı Mesut Yılmaz'a başbakanlığın “altın tepsi” içinde sunulduğu bir sürecin demokratik ve meşru olması mümkün değildir.

“28 Şubat” ve “demokratik yöntemler” zıt anlamlı sözcüklerdir.

Gizli kalan yönü itibarıyla en “ağır” darbedir, 28 Şubat:

O döneme ait “faili meçhuller” tüm boyutlarıyla gün ışığına çıkarıldığında; perdenin arkasında hangi akla ziyan, hangi şok edici kirli yöntemlerin uygulandığını bütün Türkiye öğrenecektir!

*

“Yirmi Sekiz”lerin Demirel dönemin başbakanı Erbakan'a hiç kimsenin “istifa”yı telkin etmediğini iddia ediyor:

“-Ben de istifa et demedim. Hatta ben kendisine neden istifa ediyorsun diye sordum. O da 'Ortalık gergin, gerginliği sona erdirmek için istifayı uygun gördüm' cevabını verdi…”

Süleyman Bey, “postmodern komedisi”ni neden Mesut Yılmaz'ı başbakan olarak görevlendirdiğini anlatırken de sürdürüyor:

“Koalisyon ortaklarının anlaşması Cumhurbaşkanı'nı bağlamaz. Güvenoyu alabileceğini öngördüğüm için Yılmaz'ı görevlendirdim. Nitekim güvenoyu aldı.”

Erbakan'ın kendisine geldiğinde (18 Haziran 1997) havlu atacağından haberdardı, Demirel…

Tansu Çiller'i görevlendirmeyip, Refahyol'u nihayete erdirmiş olması senaryo gereğiydi…

DYP'den bir parçanın bölünmesi ve Cindoruk'a parti kurdurulması da “siyaset mühendisliği”nin bir diğer adımıydı.

“Altın Tepsi” Mesut Yılmaz ise “Elinde çiçekler, yüzünde apoletli gülücüklerle” aslında dalga geçiyordu, Çiller'le!

Siyasi kariyerini “Truva Atı” olarak yapmış Mesut Yılmaz yeniden başbakanlık koltuğuna oturtulmuş; Kurulu Düzen nihayetinde kendisine “canı gönülden bağlı bir hükümet” kurdurmuştu.

*

Ya sonrası?

Aradan geçen on iki yılda köprülerin altından çok sular aktı:

Deşifre edilen Ergenekon bağlantıları, Kalkancı'nın sarsıcı itirafları, Karadayı dolaylarından ses kayıtları, “ferman kar eylemez” inkarlar, tarihte tahrifat, Demirel'den masal tarifesi vesaire; yirmi sekiz şubat mızrakları -çaresi yok- artık hiçbir çuvala sığdırılamıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar