Gerçeklerle Yüzleşmek İçin Önce Gerçek Olmalıyız

Bugün buraya 4 Kasım 2020 tarihli yazımı bırakacağım.
Aradan 4,5 sene geçmiş ve değişen ne olmuş düşünelim. Elazığ depremi sonrası 6 Şubat 2023 depremi peki şimdi yaşanılanlar sonrası alınan önlemler oldu mu?

Hangi kurum kendini sorguya çekti? Hangi kurum bu böyle olmaz deyip deprem adına özel bir bölüm açtı? Mahallenin muhtarı bile tek tek mahallesini inceletmişse bu deprem konusunda cidden helal olsun diyeceğim. Yoksa gelen müteahhitlere, mühendislere şu arsa boş gelin şuraya gökdelen yapın mı diyor?

İstanbul gibi metropol şehirlere artık dur denilmeli! Artık yeşil alanlar yok edilmemeli. Ayşe teyzenin minik bahçesine göz diken simsarlara fırsat verilmemeli. Bırakın Ayşe teyze toprağa ayağını bassın! Bırakın Ayşe teyzenin torunu özgürce bahçesinde top oynasın.

İstanbul artık taşıyor, tabiri caizse artık İstanbul insan kusuyor. Fabrikaları, iş merkezlerini şehirlerden uzaklaştırın. Üst üste insanlar yaşamasın. Artık topraklarımız rantlıktan çıksın. Üst üste yaşama kültürü kalksın. En fazla kat sayısı 5 olsun. Neden şehirler çok katlıya müsade ediliyor. Bu görüntüler hoş mu? Gelelim yazımıza okuyalım o zaman ne demişiz.

Acının Tarifi Olmaz

Türkiye olarak 2020 yılını Elazığ- Malatya depremiyle açtık. Koronayla ortaladık maalesef ki bir depremle daha karşılaştık. Nice canları ebedi âleme uğurladık. Dünya üzerinde depremlerle kendi ülkemizi kıyasladığımız vakit durumun vahameti adeta yüzümüze tokat gibi çarpıyor.

Ne kadar acı ki ülke olarak biz bu depremlerden, sellerden ders almamışız. Ülkemizde sayısız üniversite ve üniversitelerde sayısız akademisyenlerimiz görev almakta. 170 bini aşkın akademisyenden söz ediyorum. Akademisyen demek, her şey demek. Ülkenin şahlanması demek. Gerek mühendisler, gerek jeologlarımız gerek Çevre Şehir Planlama Mimarlarımız, gerek din konusunda gerçek manada bir bütündür hepsi. Maalesef ki biz bu bütünden parçaya gidiyoruz.

Sadece üniversiteler değil elbette, ilköğretim, liseler de eğitimin ne kadar yavan kaldığını gördüm sadece.

Yıkılan binalarda Müteahhitleri suçluyoruz ya hep, aslında gerçek suçlu toplum olarak bizleriz. Demek ki bir şeyler hep eksik kaldı. Denetim, merhamet, İslam, vicdan her bakımdan eksik yetişmiş bireyler çıkıyor karşımıza.

Toplum olarak hepimiz suçluyuz. Kimseye kızmaya hakkımız yok. Üniversiteler, Belediyeler, Dini Kurumların hepsi, genel itibariyle ne işe yarıyor bunu kavramaya çalışıyorum.

Bir şehirde deprem oluyor, sel oluyor ve bu doğal afetlerde insanlar maddi manevi kayba uğruyorsa eğer o şehirde bulunan tüm yetkili makamlar ve halk sorumludur.

Evler yapılırken gizli saklı iskânlara onay vermeden, tabiri caizse sümen altı işlere meal verilmeden. Mühendislere diplomasını değil kendilerini getirmelerini istenilirse. Jeolog, onayının alınmasını zorunlu koşulursa. Şehir Planlama ile ilgili mühendisler coğrafi olarak onay verilmezse o ortama asla ev, iş yeri inşa edilmemeli. Ve bu işlere gözü yumuk girişilmeli. Öyle durum oluyor ki inşaat ihalesinde bide insan kan döküyor. Burada da eksik yine aile ve toplumdur diyorum. İstediğimiz kadar kan döken kimseyi suçlayalım toplum olarak tek yaptığımız eleştiri oda iş işten geçtikten sonra.

Bugün İzmir depreminde insanlar dedikodu yapmak yerine bizzat gördüklerini ifşa etselerdi yetkili kurumlara, bugün belki bu tatsız hadiselerle karşılaşmayacaktık.

Binanın kolanlarını kesen esnafı suçlamak şu an daha kolayımıza kaçıyor. Burada herkes üstüne düşeni yapmadı. İş işten geçti ve herkes bilen kişi oldu.

Rabbim bir daha bu acıları yaşatmasın. Depremde yakınlarını kaybedenlere sabır, vefat edenlere rahmet diliyorum.

Acının tarifi olmaz vesselam..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum