Hakîkat ve sûret, hayal ve sinema

Hakk, kendisini, hakîkat olarak izhar ettirir. Hakîkat ise sûretlerle ete kemiğe bürünür, cisimleşir ve idrak edilebilir hâle gelir. Hakîkat, Hakk'ın kendisini izhar etti/rdi/ği, vücûda getirdiği üstdildir; sûret ise hakîkatin kendisini izhar ettirdiği, vücûda getirdiği üstdil. Yani üstdiliniz yoksa, yoksunuz demektir.

Üstdil olmadan hakîkat vücuda gelemez; varlık varoluşa gelemez. Hakîkat ve varlık vücûda gelmediği sürece vicdan tesis edilemez. Vicdan tesis edilemezse, insan vecd'i tecrübe edemez, yalnızca vecdin karikatürleriyle yetinir. Vecdi dolaysız olarak tecrübe edemeyen, yaşayamayan insan sonunda insanlığını yitirmekten kurtulamaz. Dünyamızın insanlık çapında büyük katliamlara sahne olmasının nedenleri burada gizlidir.

İnsan, hakîkate ancak sûretlerle şekil verebilir ve ulaşabilir. Hakîkatin tecellî ettirilebildiği sûretler üç âlem arasındaki aktif ilişkinin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.

İnsan varlığının sûretler vasıtasıyla hakîkate ulaşmasını sağlayan üç âlem, rûhânî âlem, cismânî âlem ve hayalî âlem'den ibarettir.

İnsan varlığının en yüce, en kalıcı mertebesi, rûhânî âlemdir. İnsan varlığının en aşağı, en geçici mertebesi ise bedenî veya cismânî âlemdir. Rûhânî âlem canlı ve parlaktır; cismânî âlem cansız ve karanlıktır. Hayâlî âlem ise “nötr”dür; ara bölgedir. Hayâlî âlem, ne bütünüyle rûhânîdir, ne de cismânî. Ayrıca hayâlî âlem, hem bütünüyle rûhânîleşebilir, hem cismânîleşebilir. Başka bir ifadeyle, hayâlî olan bir şey, ruh veya bedenden tamamen farklı değildir. Hayâlî âlemde, hem rûhânî, hem de cismânî âlemin özellikleri mevcuttur; ama hayâlî âlem, diğer iki âlemle de kesinlikle özdeş değildir.

Burada meselenin püf noktası şudur: Rûhânî bir şey, cismânî bir şeyle ancak hayâlî olan vasıtasıyla ilişki ve irtibat kurabilir. Yani hayâlî olan olmaksızın, rûhânî olan tecessüm edemez; cismânî olan ise bir cana, bir canlılığa, bir hayata kavuşamaz.

Hakîkat, dolayısıyla varlık, ancak hayâlî âlemde tahayyül edilen, bir şekle bürünen sûret/ler vasıtasıyla vücûda gelebilir.

Burada izi sürülmesi gereken kilit soru şudur: Hayâlî âlem, hakîkati ve varlığı sûretlere nasıl büründürür? Bizzat âyette de belirtildiği üzere “sûretlere üflenerek”. Çünkü hayâlî âlem, bir berzah mertebesidir; bir köprüdür. Sûretlere üflenince sûret ortaya çıkar, ete kemiğe bürünür, hayret gerçekleşir ve böylelikle insan hem kendisini, hem hayatı, hem hakîkati, hem de keşfedilmemiş kıtaları keşif ve fetih yolculuğuna çıkma imkânına kavuşur.

Felsefenin, bilimin ve sanatın zaaflarının ve imkânlarının anlaşılmasında ve sinemanın ne denli çarpıcı imkânlara sahip olduğunun farkedilmesinde düşünce tarihimizde bize rehberlik edecek iki düşünür var: Birincisi İbn Arabî, ikincisi ise Bediüzzaman'dır. Burada sadece İbn Arabî'nin hayal, sûret ve hakîkat arasındaki ilişkilere ilişkin geliştirdiği çarpıcı argümanları kısaca sizlerle paylaşacağım.

İbn Arabî, “hayal olmasaydı bugün yokluktaydık” der [Fütûhat-ı Mekkiyye, Litera Yayıncılık, II: 419]. Ve sûretlerin hayal vasıtasıyla nasıl vücûda geldiğini şöyle izah eder Şeyh-i Ekber: “Sûretler, hem duyu gözüyle, hem de hayal gözüyle algılanır. … Her iki algı biçimi de görme duyusuna bağlıdır. Çünkü göz, hem hayal, hem de duyu gözüyle görmeyi sağlar.” [421].

Hayal gözü ile duyu gözü arasında önemli bir fark vardır. İbn Arabî, bu bağlamda şu enfes tespiti yapar: “Nur olmasaydı, göz hiçbir şeyi algılayamazdı. Allah ise, bu hayali, nur yapmıştır. Her şeyin sûreti onunla algılanır… [Bütün] tecellîler de onunla idrak edilir… Öyleyse, hayalin nuru, sırf yokluğa da yayılır ve onu varlık olarak tasvir eder.” (II: 426).

Sinema, hayal perdesidir. Hayal âlemi aynı zamanda misal âlemidir. Sinema, şeytânî olana açılan boş ve ham bir hayal perdesi de olabilir; rahmânî olana açılan engin hakîkati keşif ve fetih perdesi veya aynası da.

İşte benim sinema hem Nietzsche'dir, hem de ötesidir, derken kastettiğim şey, tastamam bu son paragrafta özetlediğim şeyde gizlidir.

Hakîkat, sûret ve hayal arasındaki hayatî ilişkileri, hayalin insan hayatında oynadığı belirleyici, şekillendirici rolü gözden geçirdikten sonra sinema-Nietzsche arasındaki ilişkileri ve yaşadığımız medeniyet krizinin aşılmasında neden Batı uygarlığının bize bir şey söyleyemeyeceğini ve medeniyet krizinin aşılmasında hakîkatle dolaysız ilişki kurabilen bir film tasavvurunun ve dilinin neden ve nasıl hayatî bir önemi hâiz olduğunu Pazartesi günkü yazıda görelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar