Hidayet kapınızı çalabilir

Elektronik posta kutuma Diş hekimi Abdülkerim Karaağaç Ağabey’den mesajlar ulaşır, zaman zaman. O mesajların bir kısmını www.habername.com’daki köşesinden de okuyor, istifade ediyorum. Bir süre önce ondan gelen ve bizzat kendi başından geçen bir hikâyeyi gözyaşları içerinde okumuştum. Bu hikâyeyi geçen gün muayenehanesinde bir de onun ağzından dinledim. Yine gözyaşlarımı tutamadım.

Onun kaleminden gönüllerimize ulaşan “HİDAYET KAPIDA” başlıklı yazıyı dikkatinize sunmak istiyorum…

O gün randevularım da bayağı yoğundu. Normalde muayenehaneyi saat 18’de kapatıyordum, yoğunluk sebebiyle saat 19’a kadar kalmıştım. Tam çıkmak üzereydim ki, cep telefonum çaldı. Arayan bir bayandı ve daha önce gelen hastalarımdan biriydi.

“Doktor bey, ben hastalarınızdan Zeynep, tanıdınız mı? Büyükçekmece den.”

“Tanıdım ablacığım” dedim. Çünkü dişleri için çok gelip gitmişti. Son üç yıl içerisinde ise hiç gelmemişti. Önceki yıllarda yaptığı hataları sebebi ile çekimler, dolgular, köprüler yapılmış, kalan dişlerine ise özenle bakmayı öğrenmişti.

Telefona teşekkürle başladı ve “Aradan geçen bu üç yıl içerisinde sizin gayretleriniz, bilgilendirmeleriniz sebebiyle diş hekimine ihtiyacım olmadı. Yalnız şimdi, size yakın ikamet eden bir tanıdığımın dişi çok ağrıyormuş. Telefonda görüşürken bana söyledi. Kendisinin diş hekimine gitmiş, onun kapalı olduğunu öğrenince, nereye gideceğini, dişinin ağrısını nasıl durduracağını ağlamaklı bir vaziyette bana anlattı. Ben de ona, sizi söyledim, eğer müsaitseniz iki dakikada sizde olacak” dedi.

“Zeynep ablacığım gönderin de bakalım, inşallah, Allah (c.c.) şifayı bizim elimizle verir” dedim.

“Peki, size güveniyor ve gönderiyorum doktorum” dedi ve selamla telefonu kapattık.

Gerçekten de tam iki dakika sonra Zeynep ablanın gönderdiği bayan gelmişti.

Kapıdan içeri girdiğinde beni görünce çok şaşırmış ve garip bakışlar sergiliyordu. Beni görür görmez dişleriyle neredeyse alt dudaklarını ısırıyordu. “Acaba geri dönüp gitsem mi?” dercesine bakışlar sergiliyordu. Fakat çok emin olduğu birisinin referansıyla gelmesi ve dişinin de çok ağrıyor olması sebebiyle gitmiyordu belli. Henüz içeriye yeni adım atmasına rağmen ilk sorusu sakalımla ilgiliydi.  Hatta sakalımı başparmağı ve şahadet parmağı arasında tutarak “Bu nedir? Bunu neden uzatıyorsunuz, söyler misiniz?” dedi. Onun sakalımı tutuşuna ve böyle bir soru sormasına ciddi bir tepki verebilirdim. Fakat sesimin tonuna dikkat ederek, onu rahatsız etmeyecek kelimeler seçerek cevap vermeye çalıştım.

“İnsanlar bazı şeyleri severler ablacığım, Meselâ, sizin hoşunuza gitse "Ben de birkaç ay sakal bırakayım" deseniz, uzatabilir misiniz? Bu mümkün mü? Allah (c.c.) erkeğe böyle bir süs vermiş, bu güzelliği bazıları saçını tıraş ettiği gibi güzel süsü de kesiyor, tıraş ediyor. Bazı kimseler de benim gibi uzatıyor. Bunda bir gariplik yok" dedim. İlk anda hiç beklemediğim tavır ve soru ile karşılaşınca bir an şaşkınlık geçirdim.

Bana meslek hayatım boyunca genellikle beyli, bayanlı Müslüman çevreden insanlar gelir ve bayanların en açıkları bile mini etekli olmazdı. Gelen bu bayanın giyimi (!) “giyimi” demeye bile dilim varmıyor, çünkü üstünü örten ciddi bir şey yoktu ki. Bu dekolte giyinmeyi daha da anlatacak değilim. Hemen hasta koltuğuna oturması için, buyurun dedim. Sekreterime, uzun hasta önlüklerimizden bağlamasını söyledim. Hasta önlüğü onu bayağı örtmüştü.

Daha fazla beklemeden ağız muayenesi yaptım. Ağzında beş tane çürük dişi vardı. Özellikle ikisinin çürüğü sinire girmiş ağrıyı da onlar yapıyordu. Evvela, hem ağrısını kesmek, hem de diş kaybını önlemek için, o iki dişine iğne yaptım. İki dakikada anesteziler tesirini göstermiş ağrıları kesilmişti. Müdahale için biraz beklememiz lazımdı ve ben o vakti iyi değerlendirmek istiyordum.

Hastaya ismini sordum, “Hidayet” dedi. Bu isim, o an bana çok şeyler düşündürdü ve Hidayet’e içimden yüzüne karşı dualar etmeye başladım. “Allah’ım bu karşımda duran bedeni ismine layık eyle. Beni hidayetine vesile eyle. Şuradan çıkmadan sözlerimi tesirli eyle ki, asıl hidayetle buluşsun Allah’ım...” diye dualar ettim.

Sonra, nereli olduğunu sordum. “Eskişehirliyim fakat ailemle birlikte 14 yaşımda Almanya’ya gitmişiz tam 24 yıldır da Almanya’dayım. Üç - beş senede bir İstanbul’da tanıdıklarımızın yanına geliyoruz” dedi.

Ben, dişleri ile ilgili bir-iki soru daha sordum. Sonrasında, soruları Hidayet Hanım sormaya başladı. Soruların ardı arkası kesilmiyordu. İlk sorduğu soru, sakalımdan sonra namazla ilgiliydi. Namaza ait belki on soru sordu. Arkasından oruçtu, gusüldü derken, onlarca soru arka arkasına devam etti. Sorular, birazcık dinden haberi olan bir Müslüman’ın soracağı sorular değildi.  

O sorularını sormaya devam ediyordu; Nazikçe, “Hidayet hanım anestezinin tesiri geçmeden dişlerinizin tedavisini yapayım, ondan sonra sorularınıza gene cevap veririm inşallah” dedim.

45 dakikalık uğraşmanın ardından iki dişinin kanal tedavileri bitti. “Çürük olan diğer üç dişinizi de ihmal etmeyin, onlar normal dolgu ile kurtulacakken, kanal tedavisine gitmesinler Hidayet Hanım” dedim.

Tedavinin bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Gene sorular sormaya başladı. Fark ettim, bizim davranışlarımız, sesimizin tonu ve verilen makul cevaplar çok dikkatini çekmişti. Hiç beklemediği cevaplar alıyor ve o cevaplar, Hidayet Hanımın beyninde fırtınalar estiriyordu. Çok şaşkındı, sormak yerine artık gözünü bir noktaya dikerek, düşünme dönemi başlamıştı

Baktığınızda, ciddi bir şok geçirdiğini, beyninde 38 - 40 yıllık ömrünün tahlilini yaptığını görüyordunuz sanki. Biraz sonra, “Bekleme salonunda oturmam için, bana beş dakika müsaade eder misiniz?” dedi.

O, oturup dinlenirken ben de çıkmak için hazırlıklar yapıyordum. On dakika kadar sonra, aletleri toplamış, sterlizatöre koymuş, ilaçları yerine yerleştirmiş ve üzerimi değiştirmiştim ki, Hidayet Hanım başı önünde, hıçkırıklarla yanıma geldi.

“Hayırdır, anestezinin tesiri geçtiği için, dişlerinizde yeniden sizi ağlatacak kadar ağrı mı başladı” dedim.

“Hayır, hayır dişlerime değil, 38 yıllık ömrüme, sizin gibi görünüme sahip olanlara şimdiye kadar düşman oluşuma, dine, imana karşı oluşuma ağlıyorum Doktor bey. Bu yaşıma kadar sakallı, Müslüman görünümlü olanları bana, çevremdekiler, özellikle de annem, babam, beyim, “Onlar yobaz, geri zekâlı, hiçbir şeyden anlamaz, -af edersiniz- hayvanlardan daha aşağı bir güruh” olarak öğretip, tanıttılar. O yüzden, kapınızdan içeri girip sizi görünce, neredeyse geri çıkıp gidecektim. Benim şimdi Müslüman olmam için ne yapmam lazım bana söyler misiniz, köleniz olayım Doktor bey” dedi. Ben de “Şimdi söyleyeceğim cümleyi benimle beraber can-ı gönülden tekrar et, elhamdülillah Müslüman olursun” dedim. O da maşallah neredeyse ağlayarak şehadet kelimesini benimle tekrar etti. Bir defa ile kalmadı “Ne olur tam öğrenmem için birkaç kere tekrar edelim” dedi ve tekrar ettik elhamdülillah.

Sonra “Hayatımın gittiği yanlış istikametten, doğru ve gerçeklere bu kadar kısa sürede akıp gideceğini aklımın ucundan geçirmezdim. Beni perişan mı ettiniz diyeyim bilemiyorum? Öyle aydınlık bir yol açtınız ki önüme, siz bu aydınlığın ebedi olduğunu söyleyince, hep ağlamak, ağlamak istiyorum” dedi ve devam etti;

“Ben bu vaziyette evime nasıl gideyim, sokaklarda nasıl yürüyeyim, evime nasıl gireyim, kocamı nasıl karşılayayım, O’na bu meseleyi nasıl açayım. Yok, bir an evvel gitmeliyim ve anneme, babama, kocama, çocuklarıma da söylemeliyim. Ben, hepimizin küçümsediği Müslümanlardan birisi oldum, diyeceğiniz var mı, diyeyim.”

Ben hemen müdahale ettim; “Siz şu andan itibaren Müslümansınız, size daha evvel doğrular sunulmadığı ve çevrenizde meselesini bilen bir Müslüman bulunmadığı için İslam’a ve onun getirdiklerine yabancı kalmış olabilirsiniz. Siz de şimdi anne-babanıza, kocanıza ani çıkışlar yaparak, “İşte ben buyum“ derseniz, hatalı bir giriş yapmış olursunuz. Belki aranız bozulur, kendinizden uzaklaştırırsınız. Sizin yapacağınız en güzel şey, İslam’ın önemli ilkelerinden biri olan sabırlı olmaktır, acele etmemektir. Hemen, hiç vakit geçirmeden İslam’ın farz kıldığı meseleleri (benim size vereceğim kitapta var onlar) öğrenecek ve hayatınıza tatbik edeceksiniz. Ardından adım, adım kelimelere, sözlere düşecek iş.”

 Şunu da ilave ettim; “Neticede insanlar arasında yaşamaktayız. Her işinizde, alış-verişlerinizde, şimdiye kadar ayıpladığınız Müslüman kesimle beraber olursanız, göreceksiniz hem çok şeyler öğreneceksiniz, hem de mutluluğunuz artacak inşaallah.”

“Ne olur acil öğreneceğim bilgiler ve sonrasında öğrenmem gereken bilgilerle ilgili kitabı bana verir misiniz?” dedi.

Hemen bir ilmihal kitabı tutuşturdum eline. Fazla kalmadan ayrılmak istedi, heyecanlıydı, içi içine sığmıyordu adeta. Kapıdan çıkarken; “İyi günler” dedi ve merdivene doğru yürüdü. Arkasından; “ Hidayet Hanım” diye seslendim. “Bakınız siz şu andan itibaren Müslümansınız elhamdülillah, birilerinin yanından ayrılırken de, onlarla karşılaşınca da Allah’ın selamını unutmayınız. Siz Allah’ın izniyle Hidayet’e ermiş birisiniz.” dedim. Tekrar hıçkırıklar içinde “Selamün Aleyküm” dedi ve yoluna devam etti.

Aradan ancak on beş gün geçmişti gene telefonum çaldı. Telefonda bu sefer bir erkek sesi; “Diş hekimi siz misiniz?”

“Evet, canım benim”

“On beş gün evvel bizim hanım size dişi için gelmişti. Ona neler söylediniz? Sizin canınıza okurum, kendini bilmez adam. Onu yoldan çıkartmışsınız. Siz kim oluyorsunuz da, gelenlerin kafalarını karıştırıyorsunuz.”

Evet, sözlerde küfür yoktu ama sesin tonu ve bu hakaretvari sözler karşısında ne yapardınız.

Ben, o hanım karşısında ne yaptığımı bildiğim için, bir an gözümün önünden geçti ve telefondaki beyine;

“Kardeş, ben Müslüman bir insanım elhamdülillah, hanımınıza edep dışı, ahlâk dışı bir söz ve davranışta bulunmadım, dişinin tedavisinin yanında sadece O’nun sorduğu sorulara mantık ve ahlak çerçevesi içinde cevaplar verdim. Bunları yüz yüze görüşsek, birbirimizi üzmesek daha güzel olur canım” dedim.

“Evet kardeşim, birazdan geleceğim, yüz yüze görüşeceğiz inşallah. Ben sizi denemek için telefonda böyle bir giriş yaptım. Acaba ne diyecek, o da bana hakaret edecek mi? diye sınamak istedim. Sana binlerce teşekkür kardeşim, biliyor musun ben de namaza başladım bizim hanım gibi. Şimdi kayınvalide ve kayınpederle uğraşıyoruz, inşallah onlar da yumuşamaya başladılar. Belki, sizden duyacakları o güzel kelimelerle onlar da Müslüman olacaklar inş. Selamün Aleyküm“ dedi ve telefonu kapattı.

Gerçekten çok korkmuştum. Bana hakaretlerden vazgeçtim, bir an Hidayet Hanım onların arasında ne çekiyor acaba diye düşünmeye başlamıştım. Sonra o kadar rahatladım ki Allah’a hamdolsun.     

Hidayet Hanım ve beyi bazen gelip gidiyorlar. Her gelişlerinde ilk sözleri “Selamün Aleyküm” oluyor. Hidayet hanımın tam tesettüre büründüğünü, beyi Hazer’in de namazlarında çok titiz olduğunu görmek bana yetiyor. Hiç durmadan öğrenme yolunda olmaları da ayrı bir güzellik.

Hele bir de Hidayet Hanımı bana gönderen Zeynep Hanım bu geçen hadiseleri öğrenince, onun sevincini görmenizi isterdim. “Onlar dinsizdi, Allah(c.c.), Peygamber (s.a.v.) tanımazlardı, ne oldu onlara böyle Ağabey” diyor. 

Hidayet kapıyı çalınca, hidayetin ne olduğunu öğrendi Hidayet. Rabbimiz, bağnazlıktan, şartlanmışlıktan beynimizi, bedenimizi korusun. Hep doğruları öğrenme yolunda eylesin hepimizi inşallah.

 

recep.kocakk@gmail.com

https://twitter.com/recebkocak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum