İdrak donması mı, beklenti mi?

Şu sıralar kamuoyu araştırma şirketleri, analiz kabiliyeti olan âkil insanlar, olan bitene makul izah getirmeyi dert edinmiş sorumlu siyasetçiler, hatta iktidar partisinin Meclis grubundan dünya ile bağı kopmamış temsilciler önemli bir sorunun cevabını merak ediyor olmalılar:

Ekonomide felaket tablosu olmasa da işlerin yolunda gitmediği, siyasi sorunların derinleşip krize dönüştüğü, özellikle de “demokratik açılım” meselesinin hiç beklendiği gibi yol alamadığı bir sırada nasıl oluyor da kamuoyu araştırmalarında -aşağı yukarı- AK Parti 38, CHP 22, MHP 16, SP 4 oranlarında tekrarlanıp duruyor?

Türkiye’de işlerin çok da yolunda gitmediğini bize söyleyen araştırmalar, iktidar partisinin yüzde 38 ile birinci parti olduğunu söyleyen aynı araştırmalar.

Seçime yönelik kamuoyu araştırmaları ile toplumsal nabzı tutmayı amaçlayan araştırmalar karşılaştırıldığında karşımıza çıkan şizofrenik durumu açıklamak hakikaten çok güç. Gerçi toplumun kutuplaşmasında iktidar partisinin yanında yeralan yüzde 40-48 oranındaki tercihe bakınca halen 38 puanla birinci parti olmayı sürdüren AK Parti’nin daha alabileceği oylar bulunduğu da düşünülebilir. Asıl sorun, neredeyse yüzde 51’i bulan karşı kutuptaki toplanmaya rağmen CHP’nin yüzde 22’de ve MHP’nin de yüzde 16’da kalmayı nasıl başarabildiğidir. Saadet Partisi’nin, 29 Mart seçimlerinde lideri Kurtulmuş’a açılan büyük krediye rağmen nasıl olup da yüzde 4-5 oranından yukarı çıkamadığını, parti örgütünün, liderlerinin kendilerine açtığı mecrada ilerleyerek neden siyasi başarıyı sıçratamadığını ise çok daha ilginç bir soru olarak akılda tutmak lazım.

Muhalefetin artık işi “gaflet ve hıyanet”e kadar getirdiği koşullarda iktidar partisinin hâlâ yüzde 38’le 2011 seçimlerine şimdilik birinci parti olarak gitmesinin izahı nedir?

Siyaset bilimi bağımsız bir disiplin olarak siyasi gelişmeleri inceleyip analiz ediyorken bunun yeterli görülmeyip bir de seçmenin siyasi davranışlarındaki psikolojiyle ilgilenmek üzere ayrı bir disiplinin ortaya çıkmasını işte tam da böyle durumlar zorluyor. Çünkü doğal olan, bir seçimde filan partiye oy veren seçmenin, beklentileri karşılanmadığı ve gidişatı olumsuz değerlendirmesi durumunda o partiden vazgeçip başka bir seçeneğe yönelmesidir. Her ne kadar tutucu Avrupa siyasetinde olduğu gibi bizde de kuşaklar boyu aynı partiye oy verme alışkanlığı vardır ama bu davranışın, 80’li yıllarla birlikte büyük bir değişime uğradığını, hemen her seçimde seçmenin büyük dalgalanmalarla başka bir partiye yöneldiğini görüyoruz. Fakat 80’li ve 90’lı yılların tamamında izlenen bu davranış şekli AK Parti iktidarıyla birlikte adeta Türkiye’nin gündeminden çıktı gitti. İktidar partisi, inişli çıkışlı siyasi hayatında, hem de ordudan muhtıra ve yargıdan kapatılma davası gibi ağır badireler atlatmasına rağmen gücünü kaybetmediği gibi, arttırdı bile.

Oysa sosyal tansiyonu ölçen bütün kamuoyu araştırmalarında memnuniyetsizlik ve gelecekten beklentinin olumsuz olması iktidar partisinin oylarının üzerinde çıkıyor. Her kutuplaşmada yerini iktidar partisinin yanında belirleyenler dahi ekonomik ve sosyal hallerinden duydukları memnuniyetsizliği, umutsuzluklarını ve karamsarlıklarını gizlemiyorlar.

Peki o zaman iktidar partisi nasıl yüzde 38 ile birinci parti olabiliyor, muhalefetinse ancak toplamı iktidar partisinin oy oranına ulaşabiliyor?

Eğer seçmen, içinde bulunulan koşullara ilişkin bu denli olumsuz yargılara sahipse ve aslında o yargılarla sandığa gitse iktidar partisi yüzde 10’u da zor alabilecekken buna rağmen hoşnutsuz kitlelerin oyunu cezbedebiliyorsa, bunun bir açıklaması “idrak donması” olabilir. CHP ve MHP’nin ortaya saldığı korku ve endişe, dindar/muhafazakâr kitlelerin, o kitleleri yönlendiren muhafazakâr STK’ların ve kanaat önderlerinin her türlü değerlendirme ve düşünmeyi bir yana bırakıp iktidar partisinin etrafında kenetlenmesine yolaçıyor olmalıdır.

Yahut sözkonusu olan “beklenti”dir ve bu beklentiyi gerçek yapacak tek imkanın da, bütün olumsuzluklarına karşın iktidar partisi olduğu varsayılıyordur.

Fakat her iki durumda da seçmen algısı ve davraşının yüzde 38’ine tekabül eden ağırlıklı kesiminin iktidar partisine yönelmesi ve ondan umut beklemesi çok önemlidir. Buna mukabil, muhalefetin hiçbir seçeneğinin seçmen algısına hitap edememesi ise çok daha önemlidir.

Fakat bu satırların yazarı, bunlardan daha mühim, hatta vahim bir sonuç çıkarıyor: Bu tablo ister “idrak donması”, ister “beklenti” olarak analiz edilsin, meseleyi siyasetin yansıması biçiminden ibaret görmeyenlere bu tablonun söylediği söze dikkat kesilmek gerekir. Siyaseten doğru ile iş tutmayı meraklısına bırakıp insanlık borcunun peşine, hakikatin ardına düşmek isteyenler toplumun “idrak donması” ile “beklenti” arasına sıkışıp hakikat, sahicilik ve hayatını ciddiye alma halinden hızla uzaklaşmasına kayıtsız kalamazlar. Bu duruma kayıtsız kalanlar ya hakikatin ardına düşmeyi zaten dert edinmiyorlardır, ya da bir vakitler böyle bir davaları varken anmaya değmez dünyalıklar karşılığında bundan vazgeçmişlerdir.

 

Mücadeleden vazgeçenler ve kayıtsızların hâkim olduğu bir yerde de bereket olmaz!

Önceki ve Sonraki Yazılar