İki dil, üç dil

Yurtdışı seyahatlerimde karşılaştığım insanlarımıza, çocuklarına Türkçe'yi nasıl öğrettiklerini ya da öğretip öğretemediklerini de soruyorum.
 

Dil, belli ki kültürün ana taşıyıcısıdır, potasıdır ve o kayboldukça, kültürden de koparsınız.

Ama içinde yaşadığınız toplumun dilini de bilmelisiniz ki sağlıklı bir iletişim gerçekleştirebilesiniz.

O yüzden, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız için hem bulundukları ülkenin dilini bilmek hem kendi dilini kaybetmemek, vazgeçilmez bir mesele oluyor.

Yaşanılan ülkenin dilini öğrenmemek, belki ancak kendi kendini tecritle mümkün olacak bir şey. Değilse, yaşanılan ülke dili, sizin dilinize nüfuz eder. Mesela Amerika'da yaşayıp da, konuşma diline İngilizce kelimelerin nüfuz etmediği insan bulmak zordur.

Peki çocuklar nasıl ana dillerini öğrenecekler?

Bir Strasbourg seyahatinden dönerken, uçakta yanıma bir Türk baba oğul oturmuştu. Çocuk dört beş yaşında var yoktu ve zehir gibi Fransızca konuşuyordu. Baba ve anne Türk'tü ama çocuk, 3 yaşında anaokuluna başlamış ve Fransızca konuşmayı öğrenmişti. Baba, Türkçe bir şeyler sorduğunda, çocuk çat pat cevap verebiliyor, hemen Fransızca'ya geçiyordu.

Evet, yabancı bir ülkede ana dili öğretmek zordu.

Amerika'da sordum bir dosta, cevabı şu oldu:

-Evde hep Türkçe konuşuyoruz. Ayrıca Samanyolu TV izleniyor burada ve çocuk orada da Türkçe ile buluşuyor. İngilizce'yi de okulda rahatça öğrenebiliyor.

Acaba bu yöntem başarılı olabilir miydi?

Bir de, anne babanın farklı diller konuştuğu durumlar olabiliyordu.

Orada da anne baba, eğer sürekli kendi dillerini konuşursa, çocuğun her iki dili öğrenebildiği ifade ediliyordu.

İstanbul'da, bir Ermeni okulunun idarecisi ile yapılmış mülakatı okumuştum. "Biz üç dili birden öğretiyoruz. Öğretmenler uyum içinde çalışır, senkronize bir öğretim söz konusu olursa, çocuk üç dili -Türkçe, İngilizce, Ermenice- birlikte rahatça öğrenebiliyor" diyordu.

Bu da çok ilgimi çekmişti.

Kafamda hep "Ana dili Kürtçe olan çocuklara Kürtçe'nin öğretilmesi" problemi var.

Bu asla engellenmemesi gereken bir vecibe. Bugüne kadar bunun yolunun bulunamaması, kabul edilemez bir noksanlıktı.

Bu, yıllarca karşılanamayan bir talep değil, en başından planlanması gereken bir devlet görevi olmalı idi.

Ama bir şey daha:

Bu ülkede her çocuk Türkçe de öğrenmeliydi.

Türkçe'nin öğrenilmesi, üstelik önce ifade ettiğim gibi, içinde bulunulan yabancı ülkenin dilini öğrenmek gibi bir "zaruret"le değil, bu ülke insanının kültürü, Türk olarak, Kürt olarak veya başka etnik aidiyetler olarak, birlikte karıldığı için... Hatta asırlarca iç içe yaşamış olmak sebebiyle Rumca, Ermenice, İbranice için bile bu söylenebilir. Mesela Türkiye kökenli bir Ermeni, Amerika'da bile evde Türkçe konuşuyorsa, bu kültürel bir harmanlanmanın sonucudur.

Evet, ana dili Kürtçe olan bir çocuk, Türkçe de öğrenmeli, bilmelidir.

Öyleyse, böyle durumlar için, eğitim sistemimizin hem Türkçe'yi hem Kürtçe'yi öğretebilecek bir düzenlemesi olmalıdır.

Aslında Bediüzzaman Hazretleri'nin dediği gibi, aynı inanç-kültür havzası içinde yoğrulmuş olmak sebebiyle Arapça'nın, Türkçe'nin, Kürtçe'nin bugün küresel boyutu sebebiyle İngilizce'nin öğrenilmesi de, kaçınılmaz bir zaruret halini almıştır.

İşin bir boyutu maalesef teröre bulaşmış bulunuyor.

Ama ondan bağımsız olarak, devletin hem de acilen, dileyene "Kürtçe'nin öğretilmesi" gündemi olmalıdır. Eğitim sistemi, ortak iletişim dili olarak herkese Türkçe'nin öğretilmesini de ana gündem olarak belirlemelidir.

Dil öğretimi üzerinde ihtisas yapmış olanlardan, iki dili birden öğretme yöntemleri konusunda projeler istenmeli, pilot bölgeler halinde uygulama başlatılmalıdır.

Ben, cumhurbaşkanının, başbakanın, valilerin, bölgede görev yapan diğer zevatın Kürtçe bilen insanlarla Kürtçe iletişim kuracak kadar Kürtçe bilmelerinin de son derece önemli olduğuna inanmaktayım. Başbakan'ın halkı selamlarken üç kelime Kürtçe konuşmasının meydanlarda nasıl heyecan uyandırdığı görülmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar