Lütfi AYHAN
İki Parisli İle İki Şeyh
“…Kimi insan gözüyle, kimi insan sözüyle, kimi insan da özüyle dokunur. Özüyle dokunanlar, Evliyaullahtır. Evliyaullahın dokunması vakasına yeryüzünde çok sayıda örnek vardır. Bunlardan bize yakın ve maruf olan iki adet vardır:
a-Necip Fazıl Kısakürek ile Şeyh Abdulhakim Arvasi Efendi’nin karşılaşması ve bu karşılaşma ile yeni bir hayatın başlaması
b- Nurettin Topçu ile Şeyh Abdülaziz Efendi'nin karşılaşması ve bu karşılaşma ile yeni bir hayatın başlaması...”
‘Bu Akl_ü Fikr İle Mevla Bulunmaz’
Malikü’l-Mülk olan Rabbimiz, insanı “hakikati bulsun, gerçek aşka ersin” diye yarattı. Ne var ki insanoğlu, ilk atamız Hz. Âdem’den beri bu deruni aşkı hep yanlış kapılarda aradı, arıyor; parada, şöhrette, makamda, maddi hırslarda… Oysa bu uzun ve yorucu yolculukta, en emin ve en kestirme yol, gönül ikliminin yolu olan tasavvuftur. Allah’ı ve O’nun aşkını arayanları, asırlardır bu yolun mürşitleri, bir kutup yıldızı misali hakikate yönlendirmiş; onlara İslam ahlakını ve erdemini kazandırmak için çabalamışlardır.
Peki, günümüz insanı, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar maddi imkâna sahipken, niye bu kadar huzursuz, mutsuz ve endişeli? Yarınlara korkuyla bakmasının sebebi ne?
Bir Haneye Bir Çift Ayakkabı
Dün dinlediğim bir sohbet, tam da bu soruya cevap verir nitelikteydi. Sadettin Ökten Hoca’nın “Yıkıldığın Yerden Kaldıracak Güç Benim Sesimde” başlıklı o enfes sohbetinden bir sahne zihnimde yer etti. Hoca, birbirinden farklı dünyaların insanlarını bir araya getiren ve insanları dinginliğe erdiren o nadide iksirin Muhabbet olduğunu söylüyordu. O sohbetten bazı satırlar: “…Bir tarafta Profesör Âmil Çelebioğlu, diğer tarafta Konyalı bir nalbant… Bir tarafta Sorbonne’da doktora yapmış bir felsefeci Nurettin Topçu, karşısında Beyazıt İlk Mektebi mezunu, bir kumaş dükkânında tezgahtarlık yapan Sırrı Amca… Peki, bu iki ucu bir araya getiren, onları dost, yârân, ihvan kılan neydi? İşte cevap: Muhabbet.
Sırrı Amca, bir Nakşî dervişi. Hasip Efendi’ye mülaki olmuş, muhabbetli bir gönül adamı. Bir gün, Sorbonne mezunu büyük mütefekkir Nurettin Topçu’ya, “Senin derdinin dermanı bende” diyecek kadar cesaretli ve özgüvenli. Bu cesaretin kaynağı ise Anadolu irfanından başka bir şey değil. Nitekim bir gün Sırrı Amca, Topçu’yu alır ve Zeyrek Camii İmamı Aziz Efendi’ye götürür.
Sohbetten dinleyelim:
“Gittik, Zeyrek Camii meşrutasında basit bir oda. Bizi büyük bir muhabbetle, gülerek karşıladı. Hiç unutmuyorum, odanın ortasında bir mangal vardı, üzerinde ıhlamur kaynıyordu. Ateş sönünce Hoca Efendi üflüyor, sakalları küllere değiyordu. Ben O’na hayran hayran bakarken, anlatmaya başladım: Felsefeden, sosyolojiden, içinde bulunduğum açmazlardan, endişelerden, doğudan, batıdan… Dinledi, dinledi, dinledi. Hiçbir bıkkınlık emaresi göstermedi. Sohbet bitip kalkarken Sırrı Amca, ‘Nuri, artık kalkalım, Hazret’in vazifeleri var’ dedi. Ayrıldık, köşeyi dönerken aklıma bir soru daha geldi. ‘Dönüp şunu da soralım’ dedim. Sırrı Amca kolumdan çekti, ‘Onu da haftaya sorarsın’ dedi. Ama içimde öyle bir his oluşmuştu ki, dönüp kapıyı çalsam, O yine ‘Hoş geldin evladım, buyur, anlat’ derdi.”
İşte o an, Nurettin Topçu’nun iç dünyasında büyük dalgalanmalar başlamıştı. Aziz Efendi’de gördüğü o muhabbet, hilim, vakar, tevekkül ve teslimiyet… “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur” ferahlığı…
Peki, bu huzur ikliminin sembolü neydi: Odanın önünde sadece bir çift ayakkabı. Efendi bu mevzuda şöyle der: ‘Bir çift ayakkabı yetiyor. Hacı Hanım onunla pazara gider, o gelince ben giyer camiye giderim. Yetiyor bize bir çift ayakkabı.’” Efendi, pazarda çorap örüp satarak geçimini sağlarmış. İşte böyle bir sadelik, böyle bir kanaat atmosferi…
Bu muhabbet, bu sükûnet, bu hikmet dolu bakış, Nurettin Topçu gibi bir fikir adamını sarıp sarmalamış ve nihayetinde onu hakikate vasıl etmişti. Peki, bizler de bu vuslata ermek için o iklime çadır kurmalı mıyız? Sadelik, sükûnet, vakar, tevekkül, teslimiyet, cömertlik ve kanaati kuşanıp, kurtuluş bulutlarına yuva yapmalı mıyız? Zirveleri hedefliyorsak evet. Bu satırlar maddiyatın hüküm sürdüğü bir çağda, manevi huzurun ancak gönül terazisinde bulunabileceğini hatırlatıyor. Belki de gerçek zenginlik, bir haneye bir çift ayakkabının yetebilmesindedir.
Not -1 : Nurettin Topçu, Sorbonne’da felsefe doktorası veren ilk Türk’tü. “Anadoluculuk” düşünce hareketinin öncülerindendi ve eserlerinde kadim İslam ve Türk tarihini, tasavvufu ve modern dönemin sosyolojik gerçekliklerini derinlemesine tahlil etti. (Şu işe bakın ki Necip Fazılda Fransa’da tahsil yapmıştı.)
Not- 2: Nurettin Topçu ile Aziz Efendi arasında yaşananları şu linkten okuyabilirsiniz: https://www.tefekkurdanismanlik.info.tr/HaberDetay.aspx?Id=131


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.