İkinci Yeni putunu yıkmak (2)

İkinci Yeni, modern “Türk” şiirinin “dönüm noktası”dır. Türk şiiri, İkinci Yeni şiiriyle birlikte büyük bir “dönüşüm” geçirmiştir. Ancak bu dönüşüm, esas itibariyle, Türk şiirine yeni koridorlar açan aç/tır/an yaratıcı bir dönüşüm değil; aksine, bizim medeniyet tarihimiz koyunca ortaya koyduğumuz şiire, dünyanın en muhteşem, en derinlikli, en esaslı şiir geleneklerinden birine, bizim medeniyetimizin şiir medeniyeti olarak adlandırılmasını mümkün kılacak kadar büyük bir şiir geleneğine ölümcül darbeyi vuran yıkıcı bir dönüşümdür: Bu dönüşüm, Türk şiirinin, bugünkü ve yarınki yaratıcı ruhunu, kaynaklarını, damarlarını ve imkânlarını da berhava etmiş, kurutmuş, hatta yok etmiştir.

İkinci Yeni'yi tartışmak, Türkiye'yi, Türkiye'nin yaşadığı medeniyet buhranını, modernleşme / sekülerleşme / kendi kendini zihnî olarak sömürgeleştirme serüvenini, yani modern / seküler Türkiye'nin medeniyet iddialarını, ideallerini ve ruhunu yitirme macerasını tartışmak; dolayısıyla Türk modernleşmesinin vaatlerini ve zaaflarını, getirdiklerini ve götürdüklerini, bizi nereye doğru sürüklemekte olduğu yakıcı sorununu konuşmak demektir aynı zamanda.

İkinci Yeni'yi, sadece İkinci Yeni, sadece şiir üzerinden tartışmak, bizi bir yere götürmez. Çünkü İkinci Yeni şiiri, modern “Türk” şiiridir; Tanzimat'la birlikte başlayan ve bu toplumun medeniyet ruhuyla, idealleriyle, iddialarıyla irtibatını koparma macerasının -şiirde- ulaştığı son noktadır.

Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı başlıklı şaheserinde, Türk edebiyatının temel sorununun, medeniyet krizi sorunu olduğunu söyler; Türk edebiyatını incelemeye bu tespitten kalkarak soyunur. Tanpınar, Yahya Kemal başlıklı çalışmasında ise, Tanzimat'tan itibaren Türk edebiyatında yaşanan süreci, “kendini inkâr” serüveni olarak adlandırır.

Tanpınar'ın bu tespitleri ve dikkatleri, önemlidir ve önemsenmelidir. Genelde Türkiye'deki herhangi bir meseleye, özelde ise Türk edebiyatına ve İkinci Yeni şiirine ilişkin bir tartışma ve incelemeye, Tanpınar'ın yaptığı bu hayatî tespitten, çektiği “dikkat”ten yola çıkarak, medeniyet perspektifinden bakarak başladığımız zaman, hayırhah ve ufuk açıcı sonuçlara ulaşabilmemiz mümkün olabilir ancak.

Manisa'da Salih Güzel'in samîmî ve güzel gayretleriyle yayımlanan ve son 4-5 sayısı Fatma Zehra Arslan'ın özverili, düzeyli ve heyecanlı çabalarıyla çıkan Kuşluk Vakti dergisinin son üç sayısında İkinci Yeni şiirini, medeniyet perpspektifi ve Tanpınar'ın “medeniyet krizi” ve “kendini inkâr” tespitleri ışığında tartıştım ve İkinci Yeni'nin dünyanın en yetkin, en düzeyli, en özgün şiir geleneklerinden biri olan -yaklaşık- bin yıllık derinlikli ve muazzam şiir geleneğimizi, modernlik hapishanesine hapsederek, bu derinlikli ve z/engin şiir birikimine ve ruhuna nasıl yıkıcı, ölümcül bir darbe vurduğunu göstermeye çalıştım.

Bu yazılarla yapmak istediğim şey, İkinci Yeni'nin “Türk” şiirinde yaptığı dönüşümü inkâr etmek değil. Aksine, İkinci Yeni şiirinin bizatihî kendisinin bir “kendini inkâr” çabasının ürünü olduğunu hatırlatmak ve böylesine bir “kendini inkâr” girişiminin bizi semantik bir intiharın eşiğine getirip bıraktığı, hem o devâsâ şiir geleneğine, hem de bizim bugün ve yarınki şiir muhayyilemize “dünya”mıza ölümcül bir darbe vurduğu apaşikâr ortada iken, İslâmcı çevrelerin bile İkinci Yeni şiirini nasıl olup da putlaştırabildiklerini anlayabilmenin gerçekten anlaşılır bir şey olmadığı yakıcı gerçeğine dikkat çekmek/ti.

İkinci Yeni şiirinin bu kadar putlaştırılmasına neden olan en önemli “atılım”ı, “dil”de, daha spesifik olaraksa biçim'de yaptığı “yenilikler”dir. Bu açıdan Ece Ayhan, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya bu sözümona “yenilikler”in öncüleridir. (Sezai Karakoç'un şiiri, İkinci Yeni epistemolojik ve ontolojik “sapma”sıyla özdeşleştirilemeyecek kadar derin nefes alabilen, kökleri sağlam, geleceği muazzam bir şiirdir).

İkinci Yeniciler de, İkinci Yeni yandaşları ve karşıtları da, dil meselesini de, biçim meselesini de kavramaktan uzak oldukları için, İkinci Yeni konusunda yapılan tartışmalar, hayırhah ve ufuk açıcı sonuçlar doğurmamış, tam bir kör dövüşüne dönüşmekten kurtulamamıştır.

Cuma günkü yazıda bu dil-biçim meselesini derinlemesine (Kuşluk Vakti'nin Aralık nüshasında daha ayrıntılı olarak) tartışacağım: İşte o zaman, İkinci Yeni'nin Türk şiirinin yüzakı mı, yoksa Türk şiirini -hem geçmişini, hem de geleceğini- bitiren bir metamorfoz hâli, bir çıkmaz sokak mı olduğunu ve nihayet bu çıkmaz sokaktan nasıl çıkılabileceğinin ipuçlarını görebileceğimizi umuyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar