İşgal ve fetih: Hayal ve rüya

Fetih ile işgali aynı şeylermiş gibi kullanmaya başladık son zamanlarda. Fethi, işgal ile özdeşleştirmeye kalkışmak bir pergelini şaşırmışlık hâli ve göstergesidir: Fethi, kefer-i fecere'nin işgaliyle, sömürgecilikleriyle karıştırmak zihnimizin iğdiş edilmiş olduğuna delâlet eder.

Oysa fetih, her şeyden önce, fatihlerin ve mücahidlerin nefisleriyle kıran kırana giriştikleri bir nefs terbiye ve tezkiyesinin, bir arınma, bir kendini tanıma, zaaflarını aşma ve kendinden taşmanın adıdır. Fetih, zorlu bir çilenin, üstad Necip Fazıl'ın deyişiyle “bir oluş sırrı” çilesinin hem adı, hem de eseridir.

Fetih, büyük rüyalar sonrasında hayat bulur; işgal ise amansız ve acımasız hayallerin zuhuratı ve vukuatı olan şer-şeytan bir eylemdir. Hayal, dünyevî bir serkeşlik, sarhoşluk ve “uyanıklık” hâlidir; rüya ise öte kaygısının, sâhibini ötelere, ötelerin ötesine ulaşma azmi ve cehdi ile harekete geçiren bir ayıklık ve varoluş hâlidir; derûnî “bir oluş sırrı”dır.

İşgal, hayalcilerin işi ve meşgalesidir; fetih ise büyük rüyalar gören gönül “er”lerinin, insanı kendi varoluş sırrına erdiren gazâ ve cehdlerinin işi. İşgalciler, hayalperest ve maceraperest kişilerdir. Bu nedenledir ki, işgalcilerin yaptıkları her işin, attıkları her adımın, gördükleri her büyük hayalin hayalete dönüşmesi, hayatı zehir etmesi kaçınılmazdır. Oysa büyük rüyaların adamı olan fatihlerin attıkları her adımın, yaptıkları her işin, sadece insanlara değil, her şeye, her varlığa hayat bahşetmesi tabiîdir.

Örneğin, Avrupalı hayalperest ve maceraperestlerin girişimleri 1492 yılında hem Endülüs'ün, hem de Amerika kıtasının işgaliyle ve işgal edilen topraklardaki medeniyetlerin köklerinin kazınması ve kurutulmasıyla sonuçlanmıştır. Oysa Müslümanların İspanya'yı fetihleri, bir hayalperestliğin ve maceraperestliğin ürünü olmadığı için İspanya'da hem yepyeni bir medeniyetin çiçeklenmesiyle, hem de orada varolan diğer dinlerin ve kültürlerin hayat bulmalarıyla neticelenmiştir.

Yine bu nedenledir ki, Endülüs, Avrupalı maceraperestler ve “barbar”lar tarafından işgal edildiğinde, işgalcilerin estirdiği terör havası, hem bu barbarların, insanlığın ilim, kültür, düşünce ve sanat zirvesinin şaheserlerini ortaya koyan Endülüs medeniyetini gözlerini kırpmadan yerle bir ederek yoketmelerine neden olmuş, hem de bu terör havasından kurtulmak isteyenlerin İslâm medeniyetinin parlayan ve yükselen yeni yıldızı olan bir başka İslâm yurduna, “barış / İslâm” ve adalet yurdu Osmanlı ülkesine sığınarak hayatlarını ve dünyalarını emniyet ve güven altına alabilmeleri mümkün olabilmiştir.

Görüldüğü gibi, işgal ile fetih'i aynı şeylermiş gibi görmek ve göstermek büyük bir gaflet, dalalet ve cehâlettir: Çünkü işgal, hayalcilerin tahrip ve yıkım eylemidir; oysa fetih, hayata ruh katan, insana oluş ve varoluş sırrını keşfettiren, herkese ve her şeye hayat bahşeden bir büyük rüyanın tahakkuk etmesi, “barış / İslâm”, esenlik ve adalet yurdunun tesis edilmesi fiilidir.

Fethin sırrı, fatihe, oluş ve varoluş sırrını bahşetme gücünde gizlidir: Bu da fethin, her şeyden önce kalpleri, gönülleri açan (=iftah), insanın hem iç dünyasını keşfetmesine, hem de dış dünyanın perdelerini aralamasına imkân tanıyan çok yönlü, zâhirî ve bâtınî bir anahtar (=miftah) olmasıdır: Fâtih, açan demektir; fetih ise oluş ve varoluş sırrına açılabilmek... Fetih, sürekli bir oluş ve olgunlaşma, dolayısıyla kendini ve dünyayı keşif, kendini ve dünyayı aşma hâlidir; işgal ise olmak değil, sâhip olmak; kendini aşmak değil, bencilleşmek; dünyayı barış ve adalet yurdu hâline getirebilme cehdi değil, zulmet, şirret ve şiddet agorası hâline dönüştürme gayreti demektir. Fetih, bir çile işidir; işgal ise hile ve desise. Fetih, hamken yanmak ve pişmek cehdi ve gayreti; işgal ise hamların daha bir azmanlaşmaları ve her şeyi yakıp yıkmaları eylemi.

Not: 6 yıl önce yayımlanan bu yazıyı, kısaltarak yeniden yayımlıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar