Bilgin ERDOĞAN

Bilgin ERDOĞAN

İSYAN EDİYORUM!

İsyan ediyorum !

Müfredat sahibi Ragıp el İsfahani; isyan ve asa kelimeleri arasında etimolojik yakınlıktan yola çıkarak anlamsal bir bağ kurar. Zira 'asa' bir isyan aracıdır.İsyan bizim dilimizde her ne kadar olumsuz anlamda kullanılsa da aslında özü itibarıyla nötr bir kavramdır.Hakka isyan ne kadar batıl ise batıla isyan o kadar haktır.Zira isyan tıpkı asa gibi bir şeyi engellemek namına yapılır.Öyleyse kula itaat Hakka itaatsizliğin başladığı yere kadardır.İnsanı da anlamlı kılan işte bu itiraz ahlakıdır .. Albert Camus "Baş kaldırıyorum o halde varım" der. Zira insan itiraz edebilen tek varlıktır.İsyan edebildiğiniz kadar anlamınız var.Zira paganizmin tasavvur kodlarında gelenekçilik ve konformizm vardır.Zira putperestler atalarının bıraktığı yarısı batıl yarısı hakikat olan geleneğe kayıtsız şartsız teslim oluyorlardı.(Enbiya:54)

 Öyleyse ey zulmün kucağında yetişen yigit Musalar ve Firavun'un ocağındaki asil Asiyeler! Siz de elinizdeki asayla meydan okuyun yaşadığınız çağın zulmüne ve tugyanına ve dahi kitaba değil, kitabına uydurulmakta olan hurafe dinine.Unutma ki insanlık ailesinin zaman çizgisindeki haraketinde tarihin en asil isimleri isyan ahlakına sahip kimseler olmuştur.Şu fani dünyada ya asil bir özne veyahut sefil bir nesne gibisin.Ya kainatı süzen bir merceksin veya duvarda ezik bir böceksin.Öyleyse din denilen hakikatin nazarımızda azıcık hatrı varsa Ali Şeriati'nin toplum zindanına meydan okumak dediği başkaldırıyı veya Nurettin Topçu'nun ifadesiyle isyan ahlakını sergilemek zorundayız.

Bir ülke’nin Emniyet Teşkilatı vatandaşlarını iç tehditlerden,Silahlı Kuvvetleri halkını dış tehditlerden koruyamasa ve eğitim sistemine bağlı okullar genç nesilleri yetiştirme noktasında vazifelerini ifa etmeseler, sağlık birimi mesela insanların temel sağlık ihtiyaçlarını gideremese o ülkenin halkı bunların hepsini sorgular ve tüm bunlara isyan eder.Peki seksen beş bine yakın İslam mabedi olan ve bir o kadarda maaşlı müslüman “din adamı” olan bir ülkede ahlaksızlık zirve yapmışsa, Allah ile aldatanlar her köşe başında cirit atıyorsa, ülkenin televizyon kanallarında geleneğin zift tutmuş karanlığından aldıkları ilhamlarla hatipler, şirk ve hurafe kustuğu halde Allah’ın kitabından konuşan mü'minlerin önü kesilip itham ve tahkir edilmelerine müsaade ediliyorsa o ülke’nin mabedlerinde artık yangın var demektir ! Bu ülke’nin mabedlerinde anlatılan uydurulmuş din neden sorgulanmıyor? Oysa ki indirilmiş tevhid dini İslam, uyuşturan değil dirilten tutuklayan değil aşk,vecd ve yüksek sorumluluk bilinciyle tutuşturan bir inanç sisteminin adıdır.

Oysa ki Ali Şeriati'nin de dediği gibi : "Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Evet indirilen din hayat veren bir iksir gibi diriltirken uydurulan din tıpkı afyon gibi uyuşturur. Bugün hangi mabedin temel mevzusu cemiyetindeki yetimleri korumak, sokak çocuklarına şefkatle el uzatmak ve gariplerini korumaktır.Oysa ki mescidlerin vazifesi mabedlerin duvarlarına hiç bir zaman anlamlarını açıklamadıkları ezber metinleri üflemek değil yüreklere dokunmak ve vicdanları yıkamak olmalıydı.

Uydurulan din,camilerin soğuk köşelerinde, hafızların ezberinde ve tarihin tozlu sayfalarında tutuklu kalırken indirilen dinin mesajı  insan yüreğinde feryada dönüşür ve o feryat kimileyin organ mafyalarının içinde bazen mektep önlerindeki fuhuş mafyasında,ve hatta Nataşa pazarlarında ve kanlı kürtaj masalarında dahi yankı bularak insanlığı vicdana ve hakikate çağırır.Böylelikle Allah'ın mabedinde yankılanan vahyin o diriltici soluğu hayatın her sahasında şifa olur. Lakin burda sormamız gereken mabedimizden hangi tür çağrının yankılandığı sorusudur?

İstanbul’un mabedlerinden yanık sesli müezzinlerin okudukları  o güzel ezan-ı Muhammedi yükselirken “Haydin Felaha” çağrısına akın akın insanların icabet edereken ki duyduğum heyecanı aynı sokakta dilenmek zorunda kalan veya mendil satan çocukları gördüğümde kaybederim.İçimden usul usul mırıldanırım: Namaz kıldığında rüku ederken aczini ve secde ederken muhtaciyetini hatırlayan bizler nasıl olurda kendi cemiyetimizin beli acziyetten ve boynu muhtaciyetten bükük insanlarına sorumsuz ve ilgisiz kalabiliriz? Oysa ki ibadet insan vicdanını konuşturmak için değilmidir?

İstanbul ziyaretlerimden biriydi.Akşam namazı vakti geçiyordu ve Taksimde bir camiye girdim ve namazı ifa ettikten sonra caminin avlusunda 17 yaşlarında genç bir delikanlıyı mahsun bir şekilde bantlarda otururken gördüm.Selamlaştıktan sonra anladım ki çocuk sıkıntılı ve dertleşmek istiyor ben kendisine vakit ayırmam gerektiğini düşündüm.Hasta annesiyle o civarlarda birlikte yaşayan bu gençle sohbetimize birşeyler atıştırmak için bir restorantta devam ettik.Yaklaşık bir buçuk saat yaptığımız sohbetten sonra ayrılırken bana söylediği şu cümleyi hiç unutmam: “Abi bu akşam benim karşıma çıkmasaydın ben çok büyük bir hata yapacaktım.” O hatanın ne olduğunu bilmiyorum.Lakin cami avlusunda mahzun mahzun bekleyen bu gencin yüreğine dokunulmasaydı belki o çocuk çok ciddi bir suç irtikap edecekti.Oysa ki mabedler sevgi ve ilgi yetimlerinin yüreklerinin okşandığı yerler olmalı.

Öyleyse de ki isyan ediyorum ! Kur'anı lafza indirgeyerek onu mehcur bırakan ve nesneleştiren namaz memuru zihniyetine,yetimi doyurmayan ve gurebadan yüz çeviren rivayet dininin kutsal patentli bezirganlarına, Allah ile aldatan Bel’amlara, gariplerin kanını Mamon için döken Karunlara, insan isimli ipek mendili ayaklar altına alıp paspas eden Firavunlara isyan ediyorum.Şirki, hurafeyi, bid'atı, zulmü, tuğyanı,nifakı,cehaleti,kini,tefrikayı,adaveti teşvik eden ve  tevhidin,hakkın,adaletin,rahmetin,ilmin ve uhuvvetin hasmı olan uydurulmuş dinin tüm versiyonlarına isyan ediyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.