Kanayan bir aşk gibi...

Dün gece... Mehtabi tarikatının gizli ayinindeydim. Ve dolunay ışığının büyüsünü gördüm... Yazın, Eylül dolunayı ile taçlanarak bizi terk etmesinden huzursuzlandım...

Yumuşak adımlarla” gelen Eylül’ün hızlıca bizi terketmesinden ürkerek ürperdim...

“Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.

Akşam rüzgarları; tene dokunan bir kamçı kadar mı şehvetli?

Ben her yıl ölümü ve aşkı bu ayda mı beklerim?”

***

“Alev rengi hüznüyle” sonbahar henüz gelip tahtına dolu dolu yerleşmedi...

Ayvaları görmedik... Henüz narları da...

Palamutlar varsa da, lüferler Eylül masalarındaki yerlerini daha almadı...

Eylül gene her zamanki gibi yaşanacak ama...

“eylül! kırılgan mevsim!

cam hançeri güzün

dağılırdı kalbimde

birden gecenin ve gündüzün

perdesiyle örtülürdünüz

.................tenhayla ve tül

dolardı içim... eylül!” mısralarını mırıldanmaya biraz daha var.

***

Berrak ve serin ışıkları, erken inmeye başlayan akşam kızıllığı ise hep aynı...

Akşamlar biraz daha solgunlaşmakta, sabahlar ise biraz daha serinlemekte.

Eylül her daim hep muhteşem...

Yeni bir Eylül, yeni bir sonbahar...

‘Ayva sarı, nar kırmızı

Bir ateşmiş yaşamak.’

***

Her Eylül kendi iç orkestrama sorarım:

Yeni bir başlangıcın fanfarları mı?

Bıkkınlığın davulları mı?

Aldırmazlığın siyah sessizliği mi?

Yahya Kemal’i mi seçsem?

“Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa;

Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık...

Bir böyle zevke tek ömür yetmiyor, yazık!” mı desem?

***

Yoksa...

Şunları mı haykırsam...

“Ben her yıl eylülün çıplak ayaklarına bir yazı adarım.

Ve ben eylüle akarım

Bir hüzün gibi akarım ben eylüle,

Kanayan bir aşk gibi akarım,

Siyah şallara bürünmüş bir genç ölüm gibi akarım...”

Ayrılık mıdır sonbahar yoksa sihirli bir sarmaşık gibi coşuveren bir aşk mı?

***

Aynı sınavın aynı sorularında gibiyim...

Çocukluğun, ilk gençliğin, orta yaşlılığın ve ihtiyarlığın ‘Eylülleri’ birbirine benzer mi?

Yoksa her Eylül bir diğerinden ayrılır mı?

Ya da, her Eylül...

Geçmişe ve geleceğe dokunmadan, tek başına, sadece Eylül olan bir Eylül olarak mı akıp gider yaşamımızdan?

***

Soruları cevapsız, kâğıtları boş bırakıyorum.

Çünkü...

“Alev rengi hüznüyle” sonbahar henüz gelip tahtına dolu dolu yerleşmedi...

Ayvaları görmedik... Narları da...

Palamutlar varsa da, lüferler yerlerini daha almadı...

Ama...

Dün gece...

Mehtabi tarikatının gizli ayinindeydim.

Ve dolunay ışığının büyüsünü gördüm...

Yazın, eylül dolunayı ile taçlanarak bizi terk etmesinden huzursuzlandım..

“Yumuşak adımlarla” gelen eylül’ün hızlıca bizi terketmesinden ürkerek ürperdim.

Önceki ve Sonraki Yazılar