Kaya kıpırdadı, arkası gelecektir

Referandum üzerinden bir aydan fazla bir süre geçti; alınan sonucun etkileri yeni yeni hissediliyor. Yüzde 58 'Evet' oyu yalnızca Ak Parti'ye oy veren kitlelerden gelmedi (aksine, kamuoyu yoklamaları Ak Parti tabanından kaçaklar olduğunu da gösteriyor), "Yetmez, ama evet" diyenlerin de hayli yekûn tuttuğuna hiç kuşku yok.

Ne kadarı karşı cephenin baskısı sonucudur bilinmez, ama "Yetmez, ama evet" diyenlerin bir bölümünün ikircikli hali gözlerden kaçmıyor. Sanki pişman olmuş gibiler. Özellikle de eli kalem tutan ve görüş açıklayan sözcüleri...

Sebeplerden biri, referandum sonrası birbiri ardına sökün eden 'başörtüsü' odaklı gelişmeler: YÖK'ün yasağı yumuşatan kararı... Ak Parti'nin CHP'yi ve MHP'yi de yanına alarak sorunu hukuki çerçeveye kavuşturma arayışı... Bazı velilerin kız çocuklarını ilköğretim okullarına da başını örterek gönderme emrivâkisi... Cumhurbaşkanı eşinin kırmızı halıya çıkması ve Cumhuriyet Bayramı davetinin teke indirilmesi...

Bir diğer sebep de, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) için yapılan seçimlerin ortaya çıkardığı tablo. Sonucun bakanı bile şaşırttığını fark etmedikleri için, yargı men-suplarının tercihlerinin 'statükoya duyulan müthiş tepki' boyutunu göremiyor ve "AKP yargısı" yaygarasından fazlaca etkileniyorlar.

Kaygı ve tedirginlikleri uzaktan bile fark ediliyor 'Yetmez, ama evet cephesi'nin... Kendilerinin de savundukları hak ve özgürlükler alanında elde edilen olumlu gelişmelerin tadını çıkarmaları gerekirken, gözlerini aynı alanın henüz el atılmamış kısımlarına takıp "Acaba yanlış mı yaptık?" karamsarlığına düşenler var.

"Neden Kürt sorununda tıkanıklık bir türlü açılamıyor?" diye düşünüyorlar KCK davasına bakıp... Ya da, "Din derslerinin zorunlu olmasına karşı çıkan Alevilerin itirazlarına neden kulak verilmiyor?" sorusunun havada kaldığını sanıyorlar...

Türkiye bir dertler kümesi; 'başörtüsü', 'zorunlu dindersi' ve 'KCK davası' ile simgelerine kavuşan üç sorunun herbiri, farklı kesimleri ilgilendirse bile, hak ve özgürlüklerin herkese yaygınlaştırılmasını dert edinenler için eşit derecede önemli.

Çözüm arayışının neredeyse tek soruna indirgendiği, diğer iki sorunun fazla önemsenmediği görüntüsü, referandumda "Yetmez, ama evet" demiş olanları tedirgin ediyor.

Aslında onlar da, "Üniversitelerde başörtüsü serbestisini hukuki bir çerçeveye kavuşturayım, bunun için CHP'yi de mutlaka yanıma çeke-yim" lüzumsuz hassasiyetini gösteren iktidar çevrelerinin hatasını tekrarlıyorlar. Türkiye'de atılan ileri adımların bir darbe veya devrim sonucu gerçekleşmediği, demokratik taleplerin sonucu olduğunu unutma hatası...

Ülkenin bütününü yanına çekerek lâikliğe yeni bir yorum kazandırmak da, bütün sorunları bir çırpıda çözme aculluğuna düşmek de hatadır. Türkiye'de rejim değişmedi, yalnızca halkın talepleri ile iktidarın cevabı arasında bir uyum (senkronizasyon) oluştu. 'Başörtüsü' yüzünden yaşanan hak ihlâlleri ve garip uygulamalar bugün ortadan kalkar, ardından çocuklarını kendi kültürleri istikametinde eğitmek isteyen Aleviler arzularına kavuşur, bir yandan da Kürtler ayrımcılık hissi duyurmayacak kültürel haklarının keyfini çıkarır... Mümkünse birbirine destek çıkarak...

Her üç sorunun, ilânihaye kalması amaçlanarak ülke insanı üzerine 12 Eylül'de (1980) geçirilmiş bir deli gömleği olduğunu unutma-yalım. Kürtler kadar Alevileri ve her iki zümre kadar da Sünnileri hizaya getirmeyi amaçlayan bir müdahaleydi 12 Eylül. Sivil iktidarlara 'çözülmemesi için' yalnızca bu üç sorunu bırakmadı; Kıbrıs sorununu da içinden çıkılmaz hale sokan 12 Eylül yönetimidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar