Regaib ALBAYRAK

Regaib ALBAYRAK

KEFARET (2)

Evet nerde kalmıştık?
-Bana bir hadise anlatacaktın dedeciğim.
-Hah! Evet bir hadise anlatayım sana, iyi dinle evladım: ''Zamanın birinde, büyük bir zat camiiye her gittiğinde mihrabın dibinde, ağlayan bir adam görürmüş. Artık dayanamayıp birgün yanına yaklaşıp sormuş;
-Hayrola kardeşim? Ne bu üzüntülü hallerin, bir sıkıntın, hastalığın mı var?
-Yok kardeşim, nerde keşke hastalığımız, derdimiz olsa.
-Ee o zaman niye ağlarsın böyle?
-Diyorum ya, sıkıntım, derdim yok. Uzun zamandır bir hastalığada tutulmadım. Acaba bir hata mı ettimde Allah bana artık hastalık, sıkıntı falan vermiyor? Acaba Allah'ın sevmediği kulları arasına mı girdikki hastalığımız olmuyor? Bundan ağlarım be kardeşlik...'' Ya işte böyle evlat!
-Şimdi anladım dede. Ne insanlar varmış yahu. Hastalanmıyorum diye ağlamak?..
Kapı sesiyle birden hayata tekrar döndü. Kapı sert bir biçimde vuruluyordu. Yavaşça doğruldu, saate baktı. Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Bu saatte kim olabilirdi ki? Gündüz vakti dahi kimsesi gelmeyen bu adama gecenin bir yarısı kim gelirdi? Kapıya doğru ağır ağır yaklaştı, elini uzattı tam açacaktı durdu. Acaba kötü niyetli birileri olmasın? Benim bu halimi bilen kötü niyetli birileri? Belki evimi soymaya geldiler. En iyisi açmamak, polisi arayayım ben. Döndü kapı tekrar çalındı umursamadı, birdaha, birdaha... Umursamaz bir tavırla kapının ağzında telefonu bulmaya çalışırken kapının ardından yükselen bir ses kaynar bir su gibi tepesinden aşağıya indi.
-Muhsin! Ben deden evladım, aç kapıyı!
Koltuk değneklerinin birisi bir yana öbürü öteki yana düştü. Kaynar sular hala tepesinden aşağıya doğru süzülüyor gibiydi. Kapı tekrar çalınınca titredi ve kendine geldi. Kapıya doğru korkulu bir biçimde yanaştı.
-De. de. de... Dede? Sen misin?
-Evet, benim evladım, aç kapıyı konuşacaklarımız var.
Kendisi daha 17 yaşındayken ölen dedesi şimdi yıllar sonra kapısındaydı. Muhsin bir an kafayı yediğini düşündü. Sonra birisi benimle dalga geçiyordur heralde dedi ve kapının kulpuna elini uzattı.
-Dedeni böyle kapıda bekletmek yakışıyor mu senin gibi saygılı bir toruna ha?
Gelen bu son cümle kurşun etkisi yaptı Muhsin'in beyninde. Beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bu ses yıllar önce ölen dedesine aitti. Ve, ve şimdi kapıdaydı. ''Allah'ım ne yapacağım şimdi ben?'' diye içinden geçirdi.
-Yakışıyor mu sana başın sıkışınca Allah'ı anıp, biraz sıkıntı ve derde düşünce isyan etmek? Ha evladım, yakışıyor mu?
-Sen benim düşündüklerimi nasıl duyuyorsun? Kimsin çabuk söyle!.. İn misin, cin misin, kimsin çabuk söyle?
-Ben senin dedenim evladım, açta kapıyı azıcık konuşacaklarımız var dedim sana.
Elini kulpa doğru uzattı, gözlerini kapattı. Kalbi sanki ağzında atıyor gibiydi. Yanında biri olsa kalp atışlarını duyabilirdi. Hafifçe kulpa bastırdı, kilidin dili 'şlak' diye açıldı. Bu ses bile onu ürkütmeye yetmişti. Kapıyı kendine doğru çekti, çekti, çekti ve tamamiyle açıldı kapı. Aman Allah'ım bu gerçektende yıllar önce ölen dedesiydi. Hemde hiç değişmemiş, aksine sanki biraz gençleşmiş gibiydi. Üstü başı pırıl pırıl parlıyordu. Elinde bir bastonu eksikti.
-Buyur etmeyecek misin?
-Bu, bu, buyur dedeciğim.
İçeri odaya geçtiler.
-Otur şöyle karşıma Muhsin! Konuşacaklarımız var seninle.
Muhsin dedesinin gösterdiği yere oturdu. Ardından dedeside tam karşısına geçip oturarak konuşmaya başladı.
-Hatırlar mısın Muhsin seninle küçükken sohbetler ederdik. Ben sana hikayeler anlatırdım, sende bir heves ile beni dinlerdin.
-Evet hatırlıyorum dedeciğim.
-Hatta aramızda geçen o hoş sohbetlerden birinin hayalini kuruyordun az evvel yatağında.
Muhsin'in gözleri yuvasından çıkacak derecede büyümüştü. Yüzü sapsarı kesilmiş, dili dönmez olmuştu artık.
-Sen, sen nerden biliyorsun benim aklımdan geçenleri?
-Bak evladım. Bu dünya imtahan yeridir, insanlar buraya nefisleri ve dolayısıyla iblis ile mücadele etmesi için gönderilir. Kimileri nefislerine yenik düşüp dünya ağına kapılırlar. Gaflet uykusu çok derindir ve bir o kadar da tatlıdır. Şu saatte bir insanı sıcak yatağından çıkarmak ne kadar zordur öyle değil mi? İnsan ibadet etmek için o sıcacık yatağını terketmez ama dünyalıklar için sabahın bir saati yola düşmesini bilir.
-Bunların benimle ne alakası var? Hem ben inanmıyorum öyle şeylere!
-İnanmadığını bildiğim için buradayım zaten. Bir insan doğası gereği inanmadan edemez. İçinde korkularınla yüzleşemediğin için çok büyük bir hınç var. Ve sen bunu bilmiyorsun. Bunun sonucunda da Yaratıcına isyan edip inanmıyorsun.
-Hangi yaratıcı ha? Söyler misin bana hangi yaratıcı dede? Beni 25 yaşımda hayatımın baharında bu koltuk değneklerine ve dayanılmaz ağrılara atan yaratıcı mı? En güzel yıllarımı 2 odalı loş bir evde tıkalı olarak geçirmeme neden olan yaratıcı mı? Tüm arkadaşlarım evlenip yuva kurarken, beni binlerce parçaya bölüp yalnız bırakan yaratıcı mı?
-Ah be evladım... İnsanlar neden bu kadar çok hata yapar bilir misin? İyi günlerinde yaratıcıyı hatırlayıp, işler kötü gitmeye başladığında ondan hesap sormaya kalktıkları için. Sana anlattığım ve az önce yatağında hatırına getirdiğin o zatın hadisesini hatırlasana? Tüm ibadetlerini yerine getiriyor, ancak uzun bir süre hiç hastalığa sıkıntıya düşmediği için ağlayıp kahroluyor acaba bir hata mı ettim de Allah'ın sevdiği kulları arasından çıktım diye? Unutma evladım Allah sevdiği kullarına böyle dünyalık musibetler verip günahlarından arınmasını sağlar. Ve diğer tarafta sevapların ağır basıp cennete giresin diye o cehennemde ki azabın binde biri bile olmayan musibetler verir. Ama insanlar şükürsüzlüklerinden dolayı ilk virajda hatalı sollama nedeniyle şarampole yuvarlanıp hayatını kaybeder...
-Ne yani şimdi benim çektiğim bunca sıkıntı dert günahlarıma kefaret mi?
-Elbette. Ben neden buradayım? Allah seni sevmese bırak beni bir kuş bile göndermezdi.
-Peki ya boşa geçen onca yıllar? Hayatımın baharı sayılacak onca yıl ne olacak?
-Cennette ki ufacık bir zaman zerresinden bile kıymetsizdir buradaki hayat evladım. Ve cehennemdekinden daha fena değildir çektiğin bu azap!.. Bak evladım, eğer bütün bunlara inanmıyorsan yıllar önce ölen bu dedenin buraya nasıl ve neden geldiğine inan. İnanki sende kurtuluşa erenlerden ol! Ben şimdi gidiyorum, bundan sonrası sana kalmış. Seni bekleyen bir hayatın ve yapacağın tercihlerin var. İyi düşün ve kararını ver. Haydi hayırlı geceler.
Dedi ve Muhsin Bey'in dedesi kapıya doğru yaklaşarak sır oldu gitti. Muhsin Bey gecenin bir yarısı düşünceli bir biçimde duvardaki saate baktı. Akrep ve yelkovan hala kovalamaca içerisindeydi. Guguklu saati birden ötmeye başladı. Ötmesiyle Muhsin Bey'in yatağından fırlaması bir oldu. Uyandığında kan ter içerisinde kalmıştı. Saate baktı saat 4.30 u gösteriyordu. Etrafını süzdü biraz önce oturma odasındaydı dedesiyle. Bu yatağa nasıl gelmişti? Yoksa hepsi bir rüya mıydı? Hayır, hayır bu kadar gerçekçi bir rüya olamazdı. Dedesinin söyledikleri hala kulaklarında çınlıyor ve elbiselerindeki o mis gibi kokusu burnunda tütüyordu. Az sonra sabah ezanları okunmaya başlandı. Yatağından kalktı, banyoya doğru yöneldi. Abdestini aldı ve oturma odasına gelip namazını kıldı. Selamını verdikten sonra bir şey dikkatini çekti. Koltuk değneklerini kullanmamıştı ve namaz boyunca eğilip kalkmalara rağmen birtek ağrı yaşamamıştı. Huzur içinde gözlerinden üç damla yaş indi. Sanki dedesinin elleri uzanıp gözyaşlarını silmişti. Onca senenin pişmanlığı içerisine batıyor ''Allah inşallah affeder'' diyerek hüzünleniyordu. Birden odanın içerisinde yankılanan bir ses: ''Bitti evladım, çok şükür hepsi geçti. İnşallah Allah'ın sevgili kulları arasında olursun.'' Dedi, ve ses kaybolup gitti...
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.