Kıymetini bilelim

Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından şikâyet konusu edilen eşi Emine Erdoğan'ın başı örtülü olduğu için GATA'ya alınmaması olayının Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'u da üzdüğü anlaşılıyor. "Olmamalıydı" kısa cevabının altında o üzüntü yatıyor.

Duyguların ön plana çıktığı ortamlar, sonunda ne yapar eder, aklı da tetikler. GATA'da, orduevlerinde, lojmanlarda, kamplarda, garnizonlarda yıllardır sürdürülen yürek yakıcı yasağın kaldırılması yolunda bir adımı artık bekleyebiliriz.

Şehit cenazeleri töreninde başı bağlı annelerle kucaklaşan komutan görüntüsünün üzerini, aynı annenin öteki oğlunun mezuniyet töreninde kapıdan çevrilmesi veya orduevinde yapılan düğününe katılamadığı için öz oğlunun mürüvvetini görememesi gerçeği buğuluyor. Yasak sona erse, herhalde en fazla rahatlayacak, Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK) olacaktır.

Anlamsız yasaklar, uygulayana itibar getirmiyor, götürüyor.

İşte hep birlikte gördük, EMASYA Protokolü iptal ediliverdi. Bu durum, TSK'ya bir eksiklik mi getirdi? Hayır, o protokol var diye ikide bir hevesi kabaran darbe meraklılarına demokratik kurallar dışına çıkamayacaklarını hatırlatması yönünden emir-komuta zincirini güçlendiren bir etkisi olacaktır bunun. Son zamanlarda daha sıklıkla verme ihtiyacı duyduğu "TSK içinde demokrasi karşıtlarını barındırmayacağız" mesajını pekiştireceği için, kararın, Org. Başbuğ'un konumunu daha da takviye edeceği belli.

Yarın kendi halkını 'düşman' olarak gören kısımları Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nden (MGSB) temizlensin, MGSB ile EMASYA'ya dayanarak yapılan fişlemelerden vazgeçilsin, o fişlere bakarak yapılan izlemeler dursun, kendimizi daha özgür hissedeceğiz.

Öyle bir durumda, TSK İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesi kendiliğinden yanlış yorumlanmaz hale gelecek, bazılarının içindeki darbe hevesini kışkırtabileceği için o maddenin de değiştirilmesi istendiğinde, buna direnmek için ortada sebep olmayacaktır.

Sivillerin askere saygı duyduğu, askerin vatanı koruma görevini yaparken siyasi kaygılardan uzak durduğu bir ülke özlemi için az bir zaman kalmışa benziyor.

Bütün bu olup bitenleri ve bundan sonra olacakları nasıl yorumlayabiliriz? Askerin ric'ati mi, yenilgisi mi söz konusu; yoksa siviller rövanş peşinde mi?

Sorulacak benzer soruların hepsinin tek bir cevabı var: Hayır...

Kimileri, haklı bir gerekçeyle, şu sıralarda gerçekleşenleri "28 Şubat'ın sonu" olarak değerlendirme eğiliminde. Bu değerlendirmenin haklı tarafı şu: 28 Şubat Türkiye'de 'irtica'nın yakın ve gerçek bir tehlike teşkil ettiği varsayımına dayanıyordu; dönemin hükümetini alaşağı ederken mizansenler sahneye koymanın gerekçesi de, bunu görmeyenlerin gözünü açmaktı. Ali Kalkancı veya Aczimendi figürleri bir yerlerde varolduğuna inanılanı temsilen sahneye sürülmüştü.

Şu anda yaşanan, 28 Şubat'ın ve neredeyse önceki bütün darbelerin gerekçesi olan 'irticanın yakın ve gerçek bir tehlike teşkil ettiği' varsayımının yıkıntısı üzerine 'yeni bir Türkiye'nin inşasıdır. Sekiz yıllık Ak Parti iktidarı, hemen her adımında kuşkuyla karşılaştı bugüne kadar, ancak kuşkuların yersiz olduğunu fiilen ispat edecek biçimde davrandı. 'Tehdit' olduğuna inanılan kitleler, uğratıldıkları onca mağduriyete rağmen, tehlike sinyalleri verecek eylemlere asla başvurmadılar.

Vaktiyle 'siyasi yasaklı' yapılmış Tayyip Erdoğan'ın kendisi, başbakanlık gücünü elinde tuttuğu halde, hükümetinin ayırdığı bütçe imkânlarıyla çalışan askeri hastanenin kapısından eşinin çevrilmesini bir ukte olarak tam üç yıl içinde saklamış; daha ne diyeyim?

Önceki ve Sonraki Yazılar