Hakkı ERÇETİN

Hakkı ERÇETİN

Kopuk Ahmet

Kopuk Ahmet, dedemin iki kardeşinden büyük olanıdır. Beş parmağın beşi de bir değildir derler ya, sanki bu söz dedem ve kardeşleri için söylenmiş gibidir.

Dedem en büyükleri olmakla birlikte lider olma özelliğini de kişiliğinde taşımaktadır. Ciddi, otoriter, cahili çok sevmeyen, eğitimli ve çalışkan olanı seven bir yapısı vardı. İki numara olan Ahmet'in, on kişinin yediğini yiyen ancak aynı ölçüyü çalışmada tutturamayan ve avam muhabbeti yapmayı çok seven bir yapısı vardı. Üç numara Şöfer Mehmet ise köyün tek berberi (torunu hala köyün tek berberidir) ve gördüğü her türlü ahşap ve metal eşyayı yapabilme kabiliyeti ve ustalığına sahip birisidir. Fakat üç kardeş içinde en fazla para kazanan Şöfer Mehmet olmasına rağmen en cimrisi yine odur.

Üç kardeşin özetle tasviri böyledir. En büyükleri olan dedem Mustafa, kardeşi Ahmet'i çok yiyip az çalıştığı ve de boş yere çok konuştuğu için sevmezdi. Küçük kardeşi Mehmet'i ise cimriliğinden ve yeri gelince yalan konuşmasından dolayı sevmezdi. Bu sebepten dolayıdır ki, soyadı kanunu çıktığı dönemde Mustafa dedem muhtardır ve kardeşleri ile aynı soyadı almaz. Kendine "Erçetin", kardeşlerine "Zengin" ve amcasına da "Dinç" soyadını alır. Böylece aile üç farklı haneye bölünmüş olur.

Dedemin kardeşlerine yeri gelince "dede" dememize rağmen köy ağzında ağırlıklı kullanılan tabir "Kocaga"'dır. (Büyük amca manasında kullanılmaktadır).

Ahmet Kocagam muhabbeti sevdiği için içlerinde en fazla konuşmuşluğumuz olan da odur. Ben Ahmet dedenin en çok evlenme hikayesini beğenirdim. Kendisi bundan bahsetmeyi pek sevmez ancak ısrarlarımıza da dayanamazdı.

-Kocaga, Hanife ninemle nasıl evlendiğinizi anlatsana

-Aman be kızanım, o meseleye hiç girmeyelim

-Hadi be Kocaga, ne olur anlat

-Kızanım, bu hikaye her seferinde yaramı yeniden deşiyor

-Ne olur ne olur Kocaga, anlatsana

Sonunda Kocagam dayanamaz ve anlatmaya başlar;

"Askerliğimi yapıp köye döndüğüm zamanlardı. Bir gün bir iş için komşu köylerden birisine gitmiştim. Köyde dolaşırken bir evin önünde çok güzel bir kız gördüm. Kızı görünce aklım başımdan gitmişti. Boylu poslu, akça pakça ve etli butlu bir kızdı. Köye gelir gelmez hemen Mustafa agama (dedem) gittim. Ona evlilik yaşımın geldiğini hatırlatıp komşu köyde gördüğüm kızdan bahsettim ve gidip bu kızı istemelerini talep ettim. Mustafa agam da bu isteğimi makul görüp "uygun bir zamanda istemeye gideriz" deyince dünyalar benim oldu. Kızın adını bile bilmiyordum. Mustafa ağama evlerini güzelce tarif ettim. Köy camiinin solunda kalan yeşil portalı ev diye belirttim. Bir süre sonra Mustafa agam bir ekip oluşturup komşu köye kızı istemeye gittiler. Kızın ailesi de "nasipse olur" demiş ve bizim aileyi tanımak için bir süre istemişler. Tabii ki benim sevincim ikiye katlandı. Bu arada kızın ailesi bizim aileyi araştırmış ve müspet kanaat oluşunca gelip kızı alsınlar diye haber gönderdiler. Mustafa agam yine bir ekip oluşturup kızı almaya gitti. Tabii ben sevincimden havalarda uçuyorum. Biz de bu arada davul zurna ekibini ayarlayıp düğünü başlattık.

Mustafa ağamlar gelini ve çeyizi ata arabaya koyup köye geldiler. Düğün dernek yapıldı, misafirler ağırlandı, oyunlar oynandı ve sonunda eğlence bitip beklediğim an geldi. Nihayet sevdiğime kavuşma ve halvet olma zamanı gelmişti. Gerdek odasına girip gelinliği ve duvağıyla bekleyen geline duvak hediyesini takıp duvağını açtım. Açtım ama açmaz olaydım. Duvağı açınca gördüğüm kız benim gördüğüm kız değildi. Aman Allahım! Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Şimdi dışarı çıkıp bu benim gördüğüm kız değil desem Mustafa agam beni eşek sudan gelene dövecek. Bunun olacağını Allah'ın emri gibi biliyorum. Benim gördüğüm kız boylu poslu, akça pakça ve etli butlu bir şeydi. Şimdi karşımda duran ise boydan nasipsiz, kara kuru ve zayıf birisiydi. Ne yapacaktım ben şimdi? Tabii benim halime gelin de şaşırdı. Gayri ihtiyari geline dönüp "Kimsin sen?" diye sordum. O da "Ben Hanife" dedi. "Sizin köyde camiinin yanındaki yeşil portalı evin kızı sen olamazsın" deyince " O dediğin evin kızı benim" diye cevap verdi. "Bu mümkün değil. O evin kızı boylu poslu, akça pakça ve etli butlu birisiydi. Sen ise onun tam tersisin" dedim. Gelin "Bizim evin bir tane kızı var o da benim. Ancak senin tarif ettiğine uyan birisi daha var ama o yengemdir yani abimin karısı" deyince ben işi anladım arkadaş. Ben evin önünü süpürürken gördüğüm meğerse bunun yengesiymiş. O da taze gelin olunca ben onu kız zannettim ve o hevesle hemen istettim. Şimdi agama gidip bu benim gördüğüm kız değil deme şansım olmadığı için mecburen kabul edeceğim. Ah! Kızanım, ben kendim ettim kendim buldum" diyerek ve derin bir iç geçirerek lafını tamamlardı. Biz de buna kıkır kıkır gülerek "Kocaga, sende de amma şans varmış ha" deyip meselenin üstüne tuz biber ekerdik.

Ama Ahmet Kocagam yine de şanslıydı. Hanife ninem onun kafasındaki fiziki ölçülere uymasa da çok iyi bir insandı. Ahmet dedenin çok kahrını çekmiştir ama yine de şikayet etmemiştir. Ayrıca Kocagama bir sürü evlat vermiştir. Kocagama bu hikayeyi anlattırdıktan sonra "Kocaga sen yine dua et. Ya Hanife ninem cazgır birisi çıksaydı o zaman halin ne olurdu?" diyerek teselli etmeye çalışırdık.

Eh! Eskiden olurmuş böyle vakalar. Bu vakalar şimdi hikaye oldu, biz de anlatıyoruz işte. Kıssadan hisse çıkarsa ne ala!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum