KUMANIN EVİ YOK

18. yüzyıl Antep’i hakkında yapılmış bir aile araştırmasında erkeğin çok eşliliği hakkında da bilgiler veriliyor. Araştırmada Anadolu genelini içine alan bir çalışmadan  bahsediliyor ve birden fazla eşle yapılan evliğin oranının %10 civarlarında olduğu zikrediliyor. Ayrıca burada birden fazla kadınla yapılan evliliklerin bir takım ih­tiyaçlardan kaynaklandığı ifade edilir. “Mesela Antep’te birden fazla eşi olan 24 erkekten (%4)’nün hiç çocuğu yoktur, (%17)’sinin de erkek çocuğunun küçük olduğuna bakılırsa erkek çocuk sahibi olmak için evlilik yapılmıştır” denmektedir. Araştırmada, (%4)’e giren grubun ikinci evliği, çocuk sa­hibi olmak için yapıldığı fikrine varılmıştır. Sonuç olarak raporda, “çok eşli toplam 24 kişiden 7 (%29)’sinin bir o günün şartlarında bir zarurete binaen birden fazla kadınla evlendikleri söylenebilir.Geriye kalan çok eşli 17 (%11) kişinin keyfen bu evlilikleri yaptıkları söylenebilir. Bu nok­tada çok eşli olanların kimliklerine ve tereke miktarlarına ba­kıldığında 16 (%67)’ sının zâde, ağa, el-hac, molla gibi toplumun “havas” sınıfına dahil ve hali vakti yerinde insanlar oldukları göz­lenmektedir” hükmü verilmiştir (EKEN, 1996). Yine aynı çalışmada “Osmanlı Toplumu çok çocuklu bir aile yapısına gerçekten sahip miydi?” sorusuna arşiv ve­sikalarına istinaden yapılan çalışmalar neticesinde Antep örneğinde şu verilerle cevap verilmiştir: 157 evli erkeğin terekesine bakıldığında bunlardan 10 (%6)’unun hiç ço­cuğunun olmadığı, 21 (%13)’inin 1 çocuğu olduğu, 33 (%21)’inin 2 çocuğu olduğu, 38 (%24)’inin 3 çocuğu olduğu, 30 (%19)’unun 4 çocuğu olduğu, 4 (%3)’ünün 7 çocuğu, 2(%l)’sinin 9 çocuğu ol­duğu müşahede edilmektedir. Ortaya çıkan sonuca göre Osmanlı ailesi sanıldığı üzere “çok çocuklu” yapıda değildir.

            18. yüzyıl için Kırşehir örneği için yapılmış başka bir aile araştırmasında da benzer şeyler var. Bu araştırmaya göre de şu sonuçlara varılmıştır: “Osmanlı Devleti’nde şimdiye kadar yapılmış araştırmalarda tek eşle evliliğin geçerli olduğu tespit edilmiştir. Bazı Osmanlı şehirlerinde birden fazla kadınla evlilik oranına baktığımızda; Edirne’de % 7 (Barkan, 1968); İstanbul ve Edirne üzerinde yapılan başka bir çalışmada %10'un altında (Kafadar, 1983:197); Bursa’da XV-XVII. yüzyıllarda % 5 (Özdeğer, 1988); Ankara, Kayseri, Konya, Sivas, Amasya, Adana, Ayıntab şehirlerinin XVI- XIX. yüzyıllarına ait bir araştırmada % 10 civarındadır (Demirel vd.,1992; 102-103). Konya üzerinde yapılan çeşitli dönemlere ait müstakil çalışmalarda bu oran % 10- % 12 civarında tespit edilmiştir (Tuş, 1993: 136; Erten, 2001: 59; İpçioğlu, 2001: 42; Tuş ve Ürekli, 2002: 273). Yalvaç’ta1892­1908yılları arasında çok kadınla evlilik oranı % 11,4’ tür (Köstüklü, 1996: 41- 46). Diğer Anadolu şehirlerinde de tek kadınla evlilik yaygındır (Faroqhi, 1998: 117; Yolalıcı, 1998: 56; Cansız, 2000: 221 vs.). XIX. yüzyılın ortalarında Türkiye’de bulunmuş olan Ubucini, Avrupa’da Türkiye hakkında birçok önyargı olduğunu ama sanılanın aksine Türkiye’de çok kadınla evliliğin nadir görüldüğünü belirtmiştir (...) Kırşehir 1, 6 ve 10 numaralı sicillerin muhtevi olduğu belgelerin çoğunluğu terekelerdir. Bu terekeleri eş durumu bakımından incelemeye çalıştık. Araştırmaya alınan toplam 644 terekeden 492’si köyde oturanlara; 152'si şehir ( veya nahiye) merkezinde oturanlara aittir. 1875 — 1884 yıllarını ihtiva eden 1 numaralı sicilde incelenen 248 aileden 28’i iki eşli, 220 aile ise tek eşlidir. İkiden fazla eşin bulunduğu aileye tesadüf edilmedi. Bu durumu % ile ifade edersek, 248 ailenin % 88,7’si tek eşli, % 11,3’ü ise iki eşlidir. 1884-1887 yılları arasındaki belgelerin bulunduğu 6 numaralı sicilde incelenen 177 aileden 23'ü iki eşli, 154’ü tek eşlidir. Diğer bir ifadeyle 177 ailenin % 87’si tek eşli, % 13’ü iki eşlidir. Bu sicilde de ikiden fazla eşli olan aileye tesadüf edilmedi. 1887-1892 yıllarını kapsayan 10 numaralı sicilde yer alan 219 ailenin 27’sinde birden fazla eş bulunmaktadır. 192 ailede ise tek eşle evlilik görülmektedir. Bu 219 ailede tek eşlilik oranı % 87,7 çok eşlilik oranı % 12,3’dür. Birden fazla eşin bulunduğu 27 aileden 24'ü iki eşli, 3'ü ise üç eşlidir” (MISTANOĞLU, 2009).

            Görülüyor ki tarihsel manada meseleyi hukuki zemine oturtmuş Osmanlı’da uygulama anlamında çok eşlilik taraf bulmuş değil. Osmanlı’nın toplumsal yapısının savaşa dayalı olduğu düşünülerek dul kadının korunmasını amaçladığı dikkate alınmalıdır.

            Modern yüzyılda ailenin çökmesi, erkeğin sevgilisinin, metresinin, imam nikahlı eşinin olmasından kaynaklanmıyor. Gayrımeşru ilişkiler yahut  anne ve babası belli olmayan çocukların toplumun başına dert olması, kadının kentleşme ile beraber çalışma hayatına girişinin bir sonucudur. Kadın, parasal gücü eline aldıkça “aile” kurmanın anlamını yitiriyor. Erkek patronun her türlü öfkesine müsamaha gösterirken “yeterince para kazanamayan kocanın” değeri gözünden düşüyor. Parasal değerler toplumun temelinde belirleyici rol oynuyor. Toplumun başına çöreklenen resmi evlilik dışı nesili,  ahlaki bir zemin üzerine oturtacağız diye, İslam dininin bütünlüğü içindeki bir kurumu bir cüz olmaktan çıkarıp modern toplumun içine monte edemezsiniz.

            Bu noktada erkeğe ikinci hatta üçüncü eş alma imkanının yollarını açmaya çalışan entellektüelin önünde çözülmesi gereken daha başka meseleler olduğu hatırlatılmalıdır.

  1. İslam’ın referans alınması halinde erkeğe taaddüd-i zevcat (çok eşlilik) ruhsatının verilebilmesi için, önce ona toplumun “iş güvencesi” sağlaması gerekmektedir. Çünkü İslam’ın öngördüğü toplumsal yapıda gelir getirici işin sahibi kadın değil erkektir. Erkeğin kadın üzerinde yöneticiliği ve kavvamlığı ayetle sabittir (4 Nisa 34).
  2. Erkeğin parayı kazanan kimliğinin asliyetine  razı gelmeyen kadın, evsizleşiyor, dışarı çıkıyor  ve erkeğin evdeki hanımından daha çok vakit geçirdiği bir rol üstleniyor. Bu rol, erkekle iş yerinde eşitlenmiş bir roldür. İş erkek ile kadın çalışanı bir hedefe yöneltiyor, paylaşım duygusunu güçlendiriyor. Erkeğin “evdeki hanımı” ile gaye birliği çözülmeye uğruyor. Kadının asıl rakibi, çalışan kadın olduğu için evdeki kadın hızla evden kopuyor.
  3. Bir başka engel toplumsal alanda evlilikte önceliğin bekarlara ait olmasıdır. İslam dini “İçinizden bekar olanları evlendirin” (24 Nur 32) demekle evlinin ikinci evliliğinden önce bekarın evlenme hakkı olduğu bildirilmiştir. İkinci evliliğin hukuk zemini açılmakla, bekar erkeğin evlilik yolu tıkanacaktır.
  4. Adalet vurgusu yapılmadan bu müessesenin savunulması sıkıntılıdır.
  5. Hem kentleşmeye devam edip hem de erkeğin ikinci- üçüncü evliliğine hukuki zemin aramanın önündeki başka bir engel de evliliklerin riske girmesidir. Bu kapı açıldığında gerek erkek ve gerek kadın “Gözlerini haramdan sakınsınlar” emrini işlevsiz bırakacak şekilde davranmaya başlayacaklardır.  Evli erkeğin ikinci eşi olmanın imkanlarını zorlanacaktır. Her kadın potansiyel manada evli erkeğin ikinci ve üç- dördüncü eşi olma imkanını kazanacağından aile hayatı kalmayacaktır. Kurumun  bağlamından uzak şekilde telaffuzu, bekar kadınların zengin yaşlılara mahkum edildiği bir toplumsal felaketi çağırıyor. Çünkü böyle bir yolla kadının mehir talebi de genç ve fakir erkeğin karşılayabileceği ölçekten çok yüksek seviyelere çıkacaktır.

 

Kadınlar erkeğin kadın üzerinde geçimi temin karşılığında kavvam kılınışını temel alan bir toplum yapısına vurgu yapmalıdır. Bu erkek işsizliğinin sıfırlanması talebidir. Gabriel Marcel, “aile, ferdiyetin ana kalıbıdır” diyordu. Aile, önce bir değerdir. Bu, “gurur”la karıştırılmaması gereken bir “onur” duygusu ile ele alınmalıdır. Kurucu bir duygudur ve insana iç temeller vermeye katkıda bulunur. Onur duygusu, ailenin neden bir değer olduğunu  da ortaya koyar. O içinde köklerimize, varlığımıza sahip kılındığımız, bağlı olduğumuz gerçek bir hiyerarşi verir. Bu hiyerarşi, bu otorite, aile bir değer olarak yıkılmadan yıkılmaz. Aile, yabancı ve tehdit edici bir dünya üzerinde varlığını bize bir zar gibi hissettirir.  Aile ile gerçekleşen biz, ailenin yaşadığı yerden, evimizden ayrılmayan bir bizdir. Ailenin evi üzerinde yıkıcı bir tarzda çalışan güçlerin ailenin yıkımını hazırlamaları tesadüf değildir. Bu imtiyazlı biz, sürekli olarak bizim olan bir konuttan ayrılamaz. Sürekli bir konut duygusunun teşekkülünü bir varlıkta zayıflatmaya yönelen her şey, onda aile şuurunu da azaltacaktır. (MUŞTA, 1988: 104- 109). Büyük endüstri merkezlerinde işçinin, (modern zamanlarda beyaz yakalı çalışanların) ailevî duygusunun zayıflamasının sebeplerinden biri budur. Kadının ekonomik özgürlüğe ulaşarak evlenmemesi ya da zengin erkeğin ikinci- üçüncü eşi olmayı kabullenmesi “evsiz” kaldığının bir işaretidir. Kadının özgür kimliği  “biz” olmak imkanını kaybetmiştir. Kumanın bacası tütmüyor.

 

 

 

  • EKEN Galip, XVIII. Yüzyıl Ortalarında Antep’te Aile, Türk Tarihinde ve Kültüründe Ga­ziantep Sempozyumu Bildirisi, 23-25 Mayıs 1996
  • MUŞTA Celaleddin, Gabriel Marcel’in Varoluşçuluğu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1988
  • MISTANOĞLU Nurhan, Kırşehir’de XIX. Yüzyılın Sonlarında Sosyo-Kültürel Bakımdan Ailenin Genel Özellikleri (1875 - 1900), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s: 21, 2009

  

Önceki ve Sonraki Yazılar