Küresel Ekonomik Kriz Üzerine Düşünceler…

Küresel Ekonomik Kriz Üzerine Düşünceler…

 

 

Yaşadığımız krizi 2008 sonlarında ABD’de başlayan küresel mali krizin tüm Dünya’ya ve özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alarak yayılması olarak tanımlamak uygun olacaktır.

 

Bu çerçevede bazı önemli konuları irdelemek krizin seyrine ilişkin yorumlar yapmak istiyorum.

 

İŞSİZLİK:

 

İşsiz sayımıza baktığımızda halen önümüzde ürkütücü bir tablo durmaktadır.

 

İşsiz sayımıza resmi verilere göre 3 milyon 300 bin civarındadır. İş aramaktan vazgeçtiği tahmin edilen 2 milyon 300 civarında işsizi de buna eklediğimizde 5 milyonun üstüne çıkan bir gerçek işsiz sayısı ile karşı karşıyayız.

 

Ülkemizde işgücünün 24 milyon civarında olduğunu biliyoruz. İşsiz sayımızı işgücüne kayısladığımızda işsizlik oranı yüzde 13,6 gibi rekor bir düzeye ulaşmıştır. Bir önceki paragrafta da ifade etiğimiz iş aramaktan vazgeçenleri de buna ilave ettiğimizde oran %20 lerin üzerine çıkmaktadır.

 

Bugün itibariyle %13,6 ya çıkan işsizlik oranının 2007 yılında %9,9 kadar düştüğünü hatırladığımızda krizin istihdama yaptığı olumsuz katkıyı daha iyi anlamamız mümkün olacaktır.

 

2009 yılında alınan önlemlerin katkısı olsa bile işsizlikle mücadelede alınacak yolun çetrefilli bir şekilde önümüzde durduğunu kabul etmemiz gerekir. Sayın Başbakan emekli maaşlarına yapılacak zamlara ilişkin açıklamalar yaptığı grup toplantısında 2010 yılında işsizlik maaşı alanlar işe geri dönecek olurlarsa SSK primini ödemeye devam edeceklerini ayrıca Ekim ayı sonu itibariyle yeni bir istihdam sağlayanların SSK prim paylarını 2010 yılı boyunca kamu tarafından üstlenileceği müjdesini vermiştir.

 

İşsizlikle mücadele daha kapsamlı bir şekilde sürdürülmelidir. İşsizlik Sigorta Fonu’nda biriken paralar başka hiçbir amaca tahsis edilmeden (GAP’a aktarılma gibi dolaylı da olsa istihdama olumlu katkı sağlayacak tasarruflar dâhil) doğrudan amaca harcanmalıdır.

 

Ocak 2010 da açıklanan rakamlara göre kısmi bir iyileşme var. Oran yüzde 13’e düşmüş. Ancak 27-31 Ocak 2010 tarihleri arasında Davos’ta yapılacak dünya Ekonomik Forumu (WEF) öncesi açıklanan Küresel Risk 2010 raporu açıklandı. Tespitler ürkütücü. Rapora göre tüm dünyada işsizlik 50 milyon ulaştı ve bu sorun 2010’da da devam edecek.

 

Durum bu:Teğet Geçti Geçmedi tartışmaları ile kaybedecek zamanımız yok. İkinci Dünya savaşının bile sebebi olduğu tartışılan ve insanların maddi kayıpları yanı sıra pek çok da manevi kaybına (sosyal-psikolojik) da yol açan 1929 Dünya ekonomik krizini hatırlayalım. 1929 krizinde 50 milyon kişi işsiz kalmış ve dünya ticareti %65 daralmıştı. Hem Dünya da hem de ülkemizde pek çok iktisatçının yaşadığımız küresel ekonomik krizin 1929 krizinden daha derin olduğunu iddia ettiklerini üzülerek hatırlatmak durumundayım.

 

FİNANSAL SORUNLAR:

 

Küresel krize ilişkin yaptığımız her yorumda bankacılık sektörümüzün gücünden ve dünyanın her yerinde bankalar batarken bizde bankacılık sektörünün dimdik ayakta olduğundan övünçle bahsediyoruz.

 

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 5 Ocak 2010 tarihli grup konuşmasında:

Kriz etkisini tüm dünyada ağırlaştırırken ben kriz bizi teğet geçecek dedim, bu sözüm hafife alındı ve bu ifadem üzerinden olumsuz yorumlar yapıldı. Ben o gün bunu söylerken, bir temenniyi dile getirmedim, içimden geçeni söylemedim, beklentilerimi ifade etmedim. Tam tersine Türkiye ekonomisinin sahip olduğu gücün farkında olarak bu tespiti yaptım. Bu tespitimi OECD gibi IMF gibi bir çok kuruluşta paylaşıyorlar.


- Dikkat ediniz krizin başladığı günden itibaren sadece ABD’de 158 banka battı. Bizdeyse tek bir banka bile batmadı.

-Neden? Çünkü 7 yıldır bir finans sitemi inşa etmek için mücadele verdik. Ciddi bir zorluk da yaşamadık.

- 2001 krizinde bu ülkede tam 21 banka fona devredildi. Kimlerin iktidarı döneminde olduğunu biliyorsunuz. Bu bankaların zararı benim milletimin cebinden çıktı. Bankaların patronları değil, milletim ödedi. 2008’de daha büyük bir kriz yaşandı, Türkiye’de hiçbir banka batmadı. Niye? Takip mekanizması var, disiplin var.

- 21 banka batarken iktidarda MHP, DSP ANAP vardı.  Çok başarılıydınız da 5 yıl iktidarda kalmanız gerekirken 3.5 yılın sonunda niçin kaçıp gittiniz? Çünkü sizin işiniz değil bu yapamazsınız.

- Yapamazsınız, başaramazsınız dediler. İşte sonuç ortada. Belki daha fazla da olabilirdi. Ama bu kadarıyla bu yılın sonuna ulaştık. Türkiye güven veren bir ülke olarak bu neticeyi yakalıyor.

- Küresel krizin Türkiye üzerindeki etkisi sınırlı olmuştur. Bu etkiyi de geride bırakacak ve büyümeye gelişmeye her boyutuyla devam edeceğiz. 7 yıl boyunca her yıl başında koyduğumuz hedeflerin tamamını yakaladık. Bir çok alanda hedeflerimizin üzerine çıktık.”

Beyanlarını memnuniyetle izledik. Elbette bunlar çok önemli tespitler ve pek çoğuna da katılmamak mümkün değil.

Başbakanımızın da ifade ettiği üzere 2001 krizinden beri disipline edilen finansal piyasalarımızın sağlıklı bir şekilde işlemeye devam ettiği ve bu sebeple Dünya’yı sarsan küresel “finansal kriz” in ülkemizde finans kesiminden daha ziyade reel sektörü ve özellikle de sanayimizi derinden etkilediğini belirtmemiz yararlı olacaktır.

Çok iyi biliyoruz ki Batı da yaşanan krizin temel sebebi “finansal” boyutun yanlış kurgulanması ve sonrasında yanlış yönetilmesidir. Krizin temel tetikleyicisi olan ABD bankaları aralarında aşırı rekabetçi bir piyasa oluşturmuşlar ve kredi standartlarını düşürerek bu hale gelmişlerdir.

Sonrasında ise bankacılık piyasasındaki sıkıntı yanlış teşhislerle giderilmeye çalışılmış Türkiye’de olsa Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından TMSF’nin yönetimine devredilecek bankalar “yanlış kurtarma planları” ile (sermaye enjeksiyonları-teşvik paketleri v.s) yaşatılmaya çalışılmıştır.

Bizde bankacılık sektörü dimdik ayakta… Ancak Dünya’da yaşanan kriz Bankacılık sektöründe “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yeme” etkisi yaratmıştır. Bankaların kendini koruma içgüdüsüyle fazlaca içlerine kapanmaları krizden çıkışı güçleştiren bir etken haline gelmektedir.

Bunun en belirgin sonuçlarını da en son açıklanan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Türk Bankacılık sektörü ana göstergeleri ile ortaya çıkmıştır. Buna göre krize rağmen sektörün karı yüzde 44 artarak 18 milyar 784 milyon dolara ulaşırken, kredilerin artış oranı sadece yüzde 4 olmuştur.

Bir başka olumsuz yansımada basına yansıyan “Ekonominin lokomotifi olarak adlandırılan ve binlerce istihdam yaratan küçük ve orta ölçekli işletmelerin kriz sürecinde kredi darboğazını çözmek için Hazine’nin Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla 1 milyar TL’lik kredi kefaleti garantörlüğü bankacılık sisteminin ‘meraklı sorularına’ takıldı. 300 KOBİ’nin KGF’ye kredi kefaleti için başvurmasına rağmen sistem bankaların sistemin nasıl işleyeceği, batık kredilerinin nasıl alınacağı gibi soru işaretleri nedeni ile çalışamıyor.” Haberinde karşımıza çıkmıştır.

Burada mutlaka orta noktayı bulmamız gerekmektedir. Bankacılarımız ne kredi standartlarını aşağı çekerek kendilerini ve finansal piyasayı uzun vadede bozacak riskli bir yaklaşım sergilemeleri ne de uzun yıllardır birlikte çalıştıkları ve para kazandıkları reel sektöre sırt çevirmeleri anlamına gelecek “aşırı korumacı-içe kapanma” politikalarının esiri olmamalıdırlar.

2001 krizinin en büyük faydası “finans” sektörünün yeniden yapılanmasına zemin hazırlaması olmuştur. Bu krizden çıkarılacak önemli bir sonuç da reel sektörün kendisini yeniden yapılandırmasıdır şeklindeki yorumlara tamamen katılıyorum. Reel sektör böylesi sıkıntılı dönemlerde kredi imkânlarından daha çok yararlanabilecek şekilde bilançolarını daha şeffaf hale getirecek bir yapılanmaya bir önce geçmeleri gerekmektedir.

Küresel krizi ektileri itibariye iki ana başlıkta değerlendirmiş olduk. Bu konuda yeni yazılar yazmaya devam edeceğiz.

 unalsade@mynet.com

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum