Madem darbe olmuyor...

Türkiye'de neredeyse her sorun gidip mutlaka 'asker-sivil ilişkileri'ne dayanıyor. İlişkiler sağlıklı bir düzlem üzerine oturmadığı için de, ülkenin çıkarları, içeride ve dışarıda, sırf bu sebepten yara alıyor, zedeleniyor. Siviller her daim askerleri kollamak zorunda hissediyorlar kendilerini, herhalde askerlerin de benzer bir kaygısı vardır; sonuçta bir bakıyorsunuz, bir milim ileri gidilememiş...

Ülkemizi 'sivil-asker ilişkileri'nin kaygı dolu zemininden uzaklaşmış düşünün, boşa harcanan enerjinin ne büyük kayıplara yol açtığını daha iyi anlarsınız.

Son yedi yıl içerisinde Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde hazırlanmış ve gazetelere yansımış darbe planları pek çok şeyle birlikte bu gerçeğe de ışık tutuyor: Ordunun hiç değilse bir bölümü, başka bütün işlerini bırakmış, siyasi hayatı gözlemlemiş ve siyasileri yakın takip altında tutmuş... Gazeteleri okumuş, kendilerine göre 'yanlış' icraatları bir yere kaydetmiş, 'yandaş' belledikleri yorumculardan etkilenerek görüş ve tavır belirlemişler.

Boşa bir çaba bu. Ama yapmışlar işte...

Oysa askerin durumdan vazife çıkararak yaptığı o işin başka bir sahibi var demokratik ülkelerde: Muhalif siyaset... Meclis içinde temsil edilen CHP ve MHP muhalefetin en ağırını iktidara yöneltmekten geri durmuyor. CHP ile kader birliği eden gazeteler ve gazeteciler de var; onlar da her fırsatta olan-biteni eleştiri oklarına hedef yapmaktan geri durmuyorlar.

Muhalefet partileri de, yandaşları da bunu yapmaktan geri durmamalı. İktidar sevsin-sevmesin, icraatı yapan iktidar ile eleştiren muhalefet üzerine oturuyor demokratik düzen...

Siyasetin ve medyanın çözemediği tek bir şey var: Yolu kısaltamıyorlar; sandıktan çıkan ancak yine sandıkta yenilince iktidarı devrediyor demokrasilerde...

Bu gerçekler ışığında baktığımızda asker için siyasi zeminde bir yer görünmüyor; özellikle de günümüzde... Askerin gününü üstüne vazife olmayan siyasi takiple geçireceği yerde, dünyanın diğer güçlü ordularıyla aşık atacak bir ordu haline gelmek üzerinde yoğunlaşması herhalde günümüzün şartlarına daha uygundur. Teknolojik atılımlar en fazla yerleşik ordu düzenini ve klasik savaş sanatını tehdit ediyor. Bir günlük dikkat şaşmasının maliyeti var ülke güvenliği için...

Acaba ülkemizde bugüne kadar varlığını sürdüren 'asker-sivil ilişkileri' zeminini yeniden tanımlamak ve bu alanda bir mutabakat sağlamak mümkün olabilir mi?

Ülkemizin bulunduğu bölge, içinde yer aldığı ittifaklar ve ileriye dönük hesaplarımız hepimizi aynı noktaya getirmiş olmalı: Türkiye gibi bir ülkenin demokrasi limanından kopması mümkün değil... Türkiye bugünün dünyasında bir değer teşkil ediyorsa, bunun en büyük payını demokratik bir ülke oluşuna borçluyuz. İçeride ve dışarıda varılmış bu 'uzlaşı noktası' darbeler döneminin geride kaldığını gözlere sokuyor. Son yedi yılda neredeyse yedi darbe teşebbüsünün planlanıp hiçbirinin sonuç alamaması boşuna değil.

Türkiye'yi dünyadan koparıp içine kapalı geri bir ülke haline getirmek bir marifetse, bundan sonra gerçekleştirilecek bir askeri müdahale, ancak bu işe yarar...

O halde neden hâlâ boşuna kürek çekiliyor?

Görev bu noktada askeri ve siviliyle devlet teşkilâtı içerisinde yer alanlara düşüyor. Askerin sivile ülkeyi yanlış yerlere götürebilir kuşkusuyla baktığı, sivilin askerden darbe yapabileceği kaygısı duyduğu bir ülke olmaktan, her kurumun demokratik sınırlar içinde ülke kalkınmasına katkıda bulunmasıyla uzaklaşabiliriz.

Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ bu yeni zemini sağlayabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar