Melekler de sana gülüyor eyy Ademoğlu!

-hikaye-

Ofisin penceresine bakan çocuk parkını seyre dalmıştı. 

Hoplayıp zıplayan, anlamsızca bağırıp sağa sola koşuşturan, yere düşen pamuk  şekerini üfledikten sonra yemeye devam eden, misket oynarken kavgaya tutuşan, akan burnunu kazağının koluna silen, velhasıl bedenleri ruhlarına dar gelen çocukların hallerine bakıp gevrek gevrek gülüyordu. 

Hele çocuklardan bir tanesi vardı ki, yanına yaklaşan simitçinin kendisine verdiği bir avuç cam şeker uğruna annesinin kucağından inip, simitçinin kucağına gitmişti. 

-Şu çocuk milletinde hiç akıl yok kardeşim. Bir misket için kavgaya tutuşuyorlar, bir avuç cam şekere annelerini satıyorlar... Akıl fukaraları işte...  

Sanki kendisi çocuk olmamıştı. Gürül gürül yanan sobanın borusuna yapışan, bir bardak suya kolonya karıştırıp içen, dedesinin mantar kreminin tüpünü yalayan sanki kendisi değildi. O günleri ne de çabuk unutmuştu. 

 

Telefon sesiyle irkildi. Telefondaki ses pek dost canlısı değildi.  

-Seni düzenbaz herif, paramı geri ver!

Rafet Bey bugün arayan 23. kişiydi. Paralarını Erkan' a kaptıranlar sırasıyla arıyorlardı. 

-Allah' tan korkmaz, kuldan utanmaz herif! Ya paramı geri verirsin, ya da ... 

Cümlesini bitirmesine izin vermeden telefonu yüzüne kapattı Erkan. 

-Alla Allaa! Zorla mı sattım kardeşim, kafanı kullanaydın da almayaydın. Senin gibi enayi sponsorlar olmasa, benim gibi akıllılar nasıl geçinir? 

Öfkelenmişti. Biraz temiz hava alıp kafasını toplamalıydı. Çünkü bugün yapacak çok işi vardı. Önce ofis için yeni yerler bakacaktı. Eee, dolandırıcılığın şanındandır -ki buna “bukalemun döngüsü” derdi- Erkan gibiler pek sabit duramazlar. Çünkü avları tarafından enselenmek istemezler.  

Saat 6 gibi, huzur evindeki annesinin yanına gitmeyi plânlamıştı. Hal hatır sorma bahanesiyle o meşhur tapu devri işlemleri için uğrayacaktı. Zavallı kadıncağızın baba yadigârı dört dönüm arsasına göz dikmişti. Arsa Beykoz sırtlarında, boğazın deniz gören en güzel yerlerinin birinde ve oldukça iştah kabartan bir konumdaydı. Ama annesinin inadı kavîydi ve kırılacak gibi de değildi. 

-Ah ahh, bir üzerime alabilsem şu arsayı… diye iç geçirirdi. 

Arabasına atladığı gibi sahile doğru gazladı.  

Trafikte ilerlerken yol verme yüzünden bir adamla kavga etti. Zavallı adam yüzde yüz haklı olmasına rağmen Erkan ın gazabına uğramaktan kurtulamadı. 

-Yol vermesini bileceksin kardeşim. Öyle artis artis kornaya basmalar, abuk sabuk el kol hareketleri falan. Böyle yamulturlar adamı işte. 

Saat 6 gibi huzurevindeki annesinin yanına vardı. Annesi her zamanki gibi, yine aynı koltukta oturmuş, bir yandan boğazdan geçen gemileri seyrediyor bir yandan da tesbihini çekiyordu. 

Annesi Erkan' ı görür görmez... 

-Oo Erkan Bey, sizi hangi rüzgâr attı buralara. Yine işiniz düştü herhalde.

Yoksa yine o konu mu? 

-Aman anne yaa, işiniz gücünüz laf sokmak. Rahmetsiz babam da sürekli laf sokup dururdu. Gelmesek daha mı iyi yani?  

-Bazen diyorum ki Erkan, biz nerede yanlış yaptık da senin gibi bir çocuk yetiştirdik? Yolun yol değil oğlum, kendine biraz çeki düzen ver. 35 yaşına geldin, artık çocuk değilsin, bu hovardalıkları bırak. Kul hakkı yemekten vazgeç. Büyüklerinin hayır duasını al. İki günlük dünya hayatı için değmez oğlum. Ölümü düşün biraz. 

Annesinin sözleri bir kulağından girip diğerinden çoktan çıkmış, katılaşan kalbinde zerre miktarı tesir etmemişti. 

-Sen şu tapunun devrini bi yap hele, ben namaza başlayacağım. 

Oğlunun bu bitmek tükenmek bilmeyen hırsı ve hayatın gerçeklerine karşı olan lakaytlığı yaşlı kadını ölmekten beter ediyordu. 

Zavallı kadın ağlamaklı oldu. 

-Bak oğlum dedi. Ben kendi adıma senden bir şey istemiyorum. Sadece kendine gel.. İnsanları aldatmaktan vazgeç.  

-Yeter, diye bağırdı Erkan kaşlarını çatarak.

-Sen şu tapu devrini yapacak mısın, yapmayacak mısın onu söyle. 

Başını iki yana salladı talihsiz kadın. Gözlerini hırs bürümüş, hak hukuk tanımaz biriyle, çocuğu da olsa ne konuşulabilirdi ki? 

-Olmaz dedi. Olmaz, ben ölmeden o iş olmaz. 

... 

Erkan, arkasına bile bakmadan huzurevinden ayrıldı. 

O akşam bir hafta öncesinden sözleştikleri üzere “saz arkadaşlarım" dediği Berat ve Cemil' le Kumkapı' ya demlenmeye gideceklerdi.  

Üzerini değişmek için evinin yolunu tuttu. Eve girer girmez üzerinde bir ağırlık hissetti. Sanki üzerine bir karabasan oturmuştu. Kendisini  hiç iyi hissetmiyordu. Bu halde değil gecelere akmak, çorabını çıkaracak takati yoktu. 

Berat' ı aradı. Çok yorgun ve kısık bir sesle: 

-Kendimi hiç iyi hissetmiyorum kanka, siz bensiz devam edin..

-Geçmiş olsun kanka. Yine alamadın tapuyu herhalde. İstersen sana uğrayalım.

-Yok yok, gerek yok. Biraz dinlenirsem kendime gelirim, siz keyfinize bakın. 

Üzerini bile çıkaramadan sızıp kalmıştı koltuğun üzerinde.

O gece hayatını tümden değiştirecek bir rüyanın arefesinde olduğundan habersiz uykuya dalmıştı. 

Rüyasında ofisinin camından parktaki çocukları seyrediyordu.

Hani o bir avuç şekere annesini satan çocuğu, o saçma sapan şeyler için kavga edip, bağırışan çocukları... 

Yine o "akıl fukaralarına" bakıp gülüyor ve kendince dalga geçiyordu. 

-Şu çocuklar ne kadar da akılsız, baksana bir şeker uğruna annesini satıyorlar. 

diye içinden geçirmişti ki, birden kendisini gökkubbeye yükselirken buldu. 

Bulunduğu yerden yüzlerce kilometre göğe yükseldi. Yeryüzü ayaklarının altındaydı. Ofisin penceresinden parktaki çocukları seyreder gibiydi. Her şey o kadar açık ve netti.   

Bu o muhteşem görüntü karşısında şaşkın şaşkın etrafına bakındı.

Birden gözlerine yeryüzündeki insanları seyre dalmış ve insanların hallerine bakıp gülen melekler ilişti. Kendi aralarında konuşup, gülüşüyorlardı. 

Meleklerin konuşmalarına sessizce kulak kabarttı: 

-Şu insanlar ne kadar akılsız varlıklar değil mi? Baksanıza üç günlük dünya hayatı için, bir avuç dünya malı için nasıl da birbirlerini öldürüyorlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan döküyorlar. Birbirlerini kandırıp, ahiretlerini satıyorlar. 

-Hele şuna bakın hele, adı Erkan mıdır nedir? Gözünü öyle hırs bürümüş ki, ne rabbini biliyor, ne annesini...  

“Akıl fukarası” işte diyip gülüştüler…

O gecenin sabahında Erkan gerçekten “uyan”mıştı.

İlk işi huzurevine gidip annesinden özür dilemek ve ellerinden öpmek oldu. O gün, annesinin huzurevindeki son günü olmuştu.

 

kenanozmen@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.